Adalet Mülkün Temelidir!..
Başta Hürriyet gazetesi ve bazı Sosyal Medya kahramanı olma peşindeki kalemler, bir takım linççileri Adalet'in önüne koyar, devletin temeli yargı gücünü bir avuç trolcu itin güdümüne sokmaya çalışıyorlar, son günlerde..
Ben, "Adaleti ile ünlü" Hz. Ömer'e atfedilen ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki tüm mahkeme salonlarının duvarına yazılması emredilen lafı nerdeyse tek başıma savunuyorum. Sonuna dek savunmaya da devam edeceğim.
Hafta arasında, Berlin'deki Sans Soucci Sarayı'nın öyküsünü bu başlıkla nakletmiştim. Değirmenci Sans Soucci'nin tepede yel değirmeni, evi ve bahçesine el koyarak oraya yazlık sarayını yapmak isteyen İmparator'a "Sen İmparatorsun, kabul.. Ama Berlin'de de hakimler var" deyişi Bağımsız Yargı'nın sembolü olmuştu.. Atatürk, Berlin'de o sarayı ve tepesindeki değirmeni görünce, Cumhurbaşkanı olduğunda o emri vermişti işte..
Adalet mülkün, yani devletin, yani düzenin temelidir!.
Yazımın çıktığı gün, Sporda Şiddet ve Yargı üzerine kitaplarıyla tanıdığım ve tanıştığımız Cumhuriyet Savcısı Asım Ekren'den bir not aldım..
"Yazarlarınızdan Prof. Nihat Hatipoğlu'nun yıllar önce Hürriyet'te çıkan "Ben Nuşirevan'dan daha adilim" başlıklı bir yazısı vardı" diye dikkatimi çekiyordu..
Hemen aradım.. Buldum.. Okudum ve Sayın Savcıma cevap mesajı attım..
"Yazıyı buldum. Harika.. Bu pazar yayınlıyorum."
İşte Hatipoğlu Hocam'ın, "Adalet mülkün temelidir" diyen, dünyaca ünlü Adalet Anıtı Hazreti Ömer'den naklettiği öykü..
*
Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Şam Valisi ve Hz. Peygamber'in arkadaşlarından olan Sad bin Ebi Vakkas Şam'daki bir camiyi genişletmek ister.
Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder.
Ancak Şam'da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.
Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman'a derdini anlatır. Sızlanır. "Bana zulmedildi" der.
Müslüman vatandaş da kendisine, "Medine'ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler" der.
Şamlı Yahudi Medine'nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. "İşte halife bu zattır" derler. Adam Hz. Ömer'in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır.
Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar:
"Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim."
Kısa ve özlü bir cümle. Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur:
"Şam'daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine'deki halifede bulunan tevazu nerde. Şam'dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum."
Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam'a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der.
Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır. "Medine'deki halifenin size mesajıdır" der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der:
"Arsanız size geri verilmiştir."
Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememiştir. Merak ve dehşet içinde sorar.
"Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız?."
Şam valisi Hz. Sad, "Bak" der, "Sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın..
*
İslam'dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran'a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydu. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı.
Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; "Gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder" dedi.
Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir tercüman krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, "Memleketinize dönün" dedi.
Biz tekrar Han'a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve "Burada bir hata var" dedi. "Gelin beraberce gidelim, bu defa ben size tercümanlık yapayım" diye teklifte bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.
Hancı durumu Nuşirevan'a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan'ın yüzü sapsarı kesildi.
Bir gün önceki tercümanı çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2'şer kese altın verdi, "Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin dönersiniz" dedi. "Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın mutlaka" talimatını verdi.
Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.
Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. "Neler oluyor" dedik. Hancı şöyle dedi:
"Sizin develerinize el koyan kişiler Nuşirevan'ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, tercüman bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan'a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan çıkın, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız."
Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, "Bunlardan biri Nuşirevan'ın büyük oğlu, diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap'ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam ettirmiştir." Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.
Hz. Ömer ise, çıktığı kapıda bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu görmüş.
İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine "Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim" sözüyle bana bunu hatırlatıyor. "Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim" diyor. "Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan'ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi" diyor.. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı.
*
Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslam'a girdi.
Fazla söze gerek var mı sizce? Bence hayır. Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken, acaba Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz?
Sözüm elbette sadece yetkililere değil, herkese ama başta kendi nefsim olmak üzere herkese..
*
Nihat Hoca'nın yazısı burda bitiyor. Siz de anladınız tabii Nihat Hoca bıraktıktan sonra Hürriyet'in ne kadar değiştiğini..
Eee.. Sedat Simavi'den beri yazılı medyanın amiral gemisi bu hale gelirse, ötekiler de başlarlar tabii ufak ufak, "Sosyal Medya Ku Klux Klancılarına yaranma yarışı"na girmeye..
Ben Adil Adalet'in, ben Bağımsız Yargı'nın savaşını vermeye devam edeceğim.
Tirollerin canı cehenneme!.
***
Pazar Neşesi
Çiftçi arabasına atladı.. Kilometrelerce ötedeki komşu çiftliğe gitti. Kapıyı çaldı. 10 yaşındaki oğlu açtı.
"Baban evde mi" diye sordu, Çiftçi. "Hayır" dedi, Ufaklık.. "Şehre gitti.."
"Annen?."
"O da babamla gitti.."
"O zaman bana ağabeyini çağır bakalım" dedi Çiftçi..
"Onun da maçı vardı gitti. Ama ben size yardım edebilirim belki.. İstediğiniz bir alet varsa, hepsinin yerini bilirim. Gelince babama da söylerim.. Sorun nedir, Amca?."
"Aslında babanla yüz yüze konuşmam gerekiyordu" dedi çiftçi, azcık huzursuz bir tavırla.. "Konu ağabeyin. Kızımı hamile bırakmış.."
Ufaklık bir an düşündü, sonra "Bu konuyu gerçekten babamla konuşmanız gerek" dedi. "Boğamız için 250, aygır için 500 dolar ister ama ağbimin fiyatını bilmiyorum!."
Sevdiğim Laflar
"Eşler arasında tartışma olursa, iki taraf da ateş olmasın. Bir taraf su olsun ki sorun çözülsün."
Hz. Ömer
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)