Takımı puan kaybeden her kulübün başkandan yardımcı antrenörüne önüne gelen sorumlusu hakemlere hem de nasıl saldırıyor. Kaybettikleri puanları, fesat teorisiyle birleştirip, "Başakşehir lehine operasyon düzenleniyor" diyorlar. Gazeteler tiraj, ekranlar reyting için bunları kahraman yapıp, durmadan hakemlere döşeniyorlar.
Ülke futbolu tam bir kaos ortamına sürükleniyor ve..
..ve "6222 Özel Savcıları" ortada yok.. Adeta bir gaflet uykusundalar..
Bir gün bu hakemlerden biri, tahriklere kapılmaya hazır holiganların saldırısına uğrayacak, maazallah, hatta katledilecek, o zaman ne olacak?.
Maçlar seyircisiz oynandığı için Allah'tan, bu tahrikler feci tribün olaylarına yansımıyor ama, yarın sokaklarda neler olur, biliyor muyuz?.
Futbol Federasyonu Ceza Kurulu'nun verdiği cezaları kimse umursamadığı için Türkiye Büyük Millet Meclisi "Sporda Şiddetin Önlenmesi Yasası"nı, yani 6222'yi çıkardı. Bu yasa "İyi ve sıkı" uygulansın diye, bölgelere, görevleri sadece bu yasa olan "6222 Özel Savcıları" atandı..
Hani nerede o savcılar?.
Aldıkları parayı, benim vergilerimle aldıkları parayı hak etmek için ne yaptılar?.
Hani soruşturma?. Hani dava?.
Bilen, duyan var mı?.
O zaman meydan boş.. Köşeye sıkışan başkan, teknik direktör sallasın hakeme, sallasın rakibe ki gündem değişsin, kendisi sıyırsın..
Gazeteler ve televiyonlar da suça ortak..
Başakşehir 8 puan önde iken, nasıl bir operasyon düzenlendi ve şampiyonluk Galatasaray'a armağan edildi, onu tek satır yazıp çizen oldu mu, geçen sene.. Bu yıl bu Başakşehir operasyon düzenliyormuş öyle mi?
Dün sabah gazetemi okurken midem bulandı, kusasım geldi.
Kulüp başkanları ve yöneticileri, açıklanan hakemlere nasıl alenen, resmen hakaret etmişler, saldırmışlar..
Bu hakemler bu hafta nasıl maç yönetecek, 6222 Özel Savcıları? Kendinizi onların yerine koyun da bir düşünün.. Bu saldırı, bu peşin ithamlar altında adaleti sağlamak mümkün mü?.
Ağbimin yazısını okudum sonra.. Türkiye'de Öcal Uluç'un.. Bu medyada kimsenin ağzına almaya cesaret edemediği gerçekleri anlatan muhteşem bir yazı yazmış..
"Yüzbinler alan Teknik Direktörler, takımlarını hazırlayamıyor ve kenardan yönetemiyorlar, milyonlar alan futbolcular dökülüyor. Onlarda zerre suç yok, her şey hakemde öyle mi" diyor, özetle..
"TV ekranlarında, spor sayfalarında 'reyting için, okunmak için' ve ne yazık ki Özel Spor Suçları Kanunu'na rağmen, hâlâ ve hâlâ önlenemeyen hakaret yarışının katılımcıları da 'iştahla' işin kaymağını yiyor" diyor.
İnternete girin "Öcal Uluç, Türkiye, Tek kelime ile insafsızlık" yazın ve karşınıza çıkan yazıyı okuyun 6222 savcıları..
Okuyun ve doğrulun artık!.
Bu hafta bir hakemin kılına zarar gelirse, sorumlu siz olacaksınız. Özel göreviniz 6222'yi uygulamayan, başta Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzon, Rize başkanları, bir yığın idari ve teknik yönetici hakkında davadan vazgeçtik, soruşturma bile açtırmayan, siz 6222 Özel Bölge Savcıları!.
***
Yanındayım İmamoğlu!..
Ekrem İmamoğlu'nu Beylikdüzü Belediye Başkanıyken tanımış, hayran olmuştum. İlçesini gezerken yaptıklarını görünce, hayranlığım daha da artmıştı.
İstanbul Belediye Başkanlığı için Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu, partilerinin adayı olunca, bir İstanbullu olarak sevinmiş ve hatırlarsınız bu köşede "Kim kazanırsa kazansın, kazanan İstanbul olacak" demiştim.
İmamoğlu kazandı ve.. Beklediklerim olmadı.. İmamoğlu değişti. Hedefleri değişti.. Benim tanıdığım, alkışladığım adam gitti, bambaşka, hata üstüne hata yapan biri geldi. İktidar kanadı bir taktik hatası yapmasa ve her gün, her koldan ona saldırmasa, kendi yıkılacak ya da partisi içindeki muhalefet onu süpürecekti.
Öylesi..
Durumun fecaatini kendi de fark edince, "Popülizm"e oynama başladı.
Mesela, bir iki yaygaracının gazına gelerek Adalar'ın simgesi, geleneği, güzelliği faytonları cart diye yasaklayıverdi. Başta New York, Viyana ve Amsterdam gibi, uygar, tarihi büyük kentlerde faytonların nasıl muhafaza edildiklerine, kentle özdeşleşmiş gelenekler olarak nasıl korunduklarına bakmadı bile..
"Yassah hemşerim" demek kolaydı çünkü. Hem de yaygaracılardan alkış alacaktı. Popülizmi seçti.
İşte yaz geldi. Adalar'da hala çözüm yok. Apar topar, Çin'den getirdiği ucuz ve zevksiz, tek kelime ile rezil elektrikli araçlara da "Şimdilik" Adalar İlçe Kaymakamı (Alkışlarımla) ruhsat vermedi.
Şimdi bunları okurken "Yanındayım İmamoğlu başlığı ne oluyor?" diyeceksiniz..
Çünkü İmamoğlu İstanbul için çok önemli, benim de yıllardan beri yazdığım "İstanbul Taksileri" konusuna el attı.
İstanbul'u sömüren bir avuç plaka ağasına ve onlarla işbirlikçi çalışan Oto Center Taksi Galericileri'ne savaş açtı..
Lafla değil.. Çözüm bularak ve göstererek..
Bulduğu çözüm de gerçekçi..
Doğru..
İşte bu "Taksi Savaşı" için sonuna dek yanındayım İmamoğlu'nun.. Yarın bu konuyu daha geniş ele alacağım..
***
Nihayet Yusufeli!..
11 Haziran'da bu köşede "Yusufeli'nde 'Türk' eseri bir dünya şaheseri" başlıklı yazımda, projesinden başlayarak, her adımında tamamen Türklerin olduğu bir muhteşem yapıyı anlatmış ve gazetemin manşetlerinde, bu ve benzeri okuyana gurur ve mutluluk verecek haberler yerine, muhalefet saldırılarını manşet yapmasını eleştirmiştim.
Dün dünyanın üçüncü, Türkiye'nin en yüksek barajında 210'cu metreye gelindiği ve zirveye 65 metre kaldığı haberi gelmiş ve onu gene manşetten vermemişiz, Ama bu defa hiç değilse sürmanşetten duyuru yapıp içerde nerdeyse tam sayfa koymuşuz.
Okurken hayal kırıklığına uğradım. Bir defa haberin yüzde 80'i, benim 11 Haziran yazılarımın tekrarı.
Yeni olan unsurlar en altta, minicik..
Fotoğraflar da, kesilip biçilerek, üst üste bindirilerek bir Salvador Dali sürrealizmi havasında verilmiş.
O zaman yazı da, çorba gibi içe içe geçmiş resimler de, yani sayfanın tümü o müthiş görkemi, mucizeyi ve gururu ifadede eksik kalmış.
Bu arada.. 11 Haziran yazıma Ankara büromuzdan Hazal Ateş kardeşimden bir mail aldım.
"Hıncal Ağabey, geçen ağustostan beri Yusufeli Barajı'na dört defa gittim. Her defasında da her kelimesi kendime ait haberimi yazdım.
Ajanslardan tek satır almadım" diyor. Link de vermiş. Dördünü de okudum.
Bunları nasıl atlamışım bilemiyorum. Acaba sadece Ankara baskısında ya da asla açıp bakmadığım internet Sabah'ta mı çıkmışlar?.
Hele bir tanesine nasıl bayıldım.
"Kadın eli değince" başlıklı haberi şöyle bitiyordu:
"Dönüş yolunda Ebru Özdemir'le (İnşaatı yapan Limak'ın Yönetim Kurulu Üyesi) 'Mühendis kızlar projesi'ni konuşuyoruz. Baraj inşaatında çalışan 170 mühendisin 17'sinin kadın mühendis olduğunu söylüyor ve ekliyor..
'Proje kapsamında elektrik, endüstri, inşaat, çevre ve makine mühendisi kızlarımız burada çalışıyor. Onları yetiştirmeye devam edeceğiz.'
Dilerim ki Türkiye'yi bir üst lige taşıyacak bu yatırımların hepsine daha fazla kadın eli değsin. Ebru Özdemir gibi yürekli kadınlarımızın uzattığı eller çoğaldıkça, umutlar da çoğalacak."
***
Bir anıt daha gitti!.
Selahattin Yıldız da gitmiş..
Gazeteciliğe başladığım günlerde, 1950'lerin sonunda tanımıştım onu.. Ben Atletizmi severim ya.. O delisi.. Hatta zırdelisi..
Nasıl tanışmayız!.
Aslında bütün medya tanır, tüm spor okurları bilirdi. Görevi İstanbul Atletizm Ajanlığı.. O kadar.. Anlayın gazeteler nasıl "Spor" ama gerçek spor yazarlarmış, topu topu bir, hatta yarım sayfada, hem de..
Bugün bir Spor Müdürü, Atletizm Federasyon Başkanı'nın adını bilsin, bir atletizm muhabiri göstersin, alnını öperim.
Yıldız'la çok takışırdık ama, çok da iyi dosttuk..
Yarışmalarda, hele milli yarışlarda ve Türkiye Şampiyonalarında hep yan yana otururduk.
Bir defasında Konya'da yapılan Liseler Türkiye Atletizm Şampiyonası'nda birlikteydik.
Düşünün sene 1961 ve Konya'ya biri Ankara, biri İstanbul'dan iki gazeteci geliyor..
Yazıyor ve yazılar tepeden veriliyor.
Ekremler, Cahitler, Osmanlar, Fahirler, Muharremler öyle yetişti ve yarıştılar dünyayla.
Evet.. Ayni zamanda gazeteciydi de Selahattin. Atlet.. Yönetici.. Yazar ve 90 yaşında ölene dek hala her yarışmaya giden seyirci Selahattin Yıldız.. Ve de 76 yıllık Beşiktaş Kulübü üyesi..
Cüneyt Ağbiyi mutlak görürsün oralarda.. Selamlarımı ilet..
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Kedilerin insanlardan mutlu olmalarının bir sebebi var. Onların gazeteleri yok!.
Gwendolyn Brooks
(Amerikan şair, yazar ve bilim kadını Brooks'un bunları "Salgın Medyası" için söylediğini düşünebilirsiniz, haklı olarak. Ama değil.. Bayan Brooks, 2000 yılında öldü. Yani görüyorsunuz, laf ne yazık ki meslektaşlarım, her devirde geçerli.)
TEBESSÜM
Yargıç karşısına getirilen sanığa baktı, düşündü ve sordu.. "Sizi bir yerden hatırlıyorum sanki.."
"Evet, Sayın Yargıcım" dedi, sanık.. "Geçen kış izci oğlunuza trampet dersi vermiştim.."
Yargıç, Zabıt Katibine döndü.. "Yaz kızım!.. 20 sene.."