Yani öyle akşam saat altıda cama, balkona çıkıp alkış yetmez.. Her sabah kalkınca, her gece yatarken alkışlamalıyız onları.. Muhteşem, akıllara seza bir iş başardılar..
Coronanın bile birleştiremediği partilerimizin, Meclis'te kenetlenmelerini sağladılar..
Sağlık çalışanlarından söz ediyorum, tabii..
Dün sabah gazetemde okudum.
Gazetenin değil, Yavuz Donat'ın Vitrin'inde.. Yavuz, yazarın ötesinde, gazetemizin tek olumlu muhabiri sanki..
Bir kere değil, keyiften üç kez okudum..
"Sonunda görebildim" diye.. Dün atlayan olmuştur. Bugün de burda okuyun.
On defa okuyun..
"Türkiye Büyük Millet Meclisi... Pek çok önemli sorunda
"Uzlaşı" sergileyemedi...
"Ortak ses" veremedi.
Fırat Kalkanı... Zeytin Dalı... Barış Pınarı... İdlib... Deprem... Ve korona... Her parti
"Farklı görüş" sergiledi.
Fakat... Konu
"Sağlık çalışanlarına" gelince... Nihayet... Oh çok şükür... Ne kadar güzel... Beş parti
"Kenetlendi."
Dün... Sabaha karşı... Saat
4.15'te...
Sağlıkta Şiddetin Önlenmesi (
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nda Değişiklik Önergesi)... AK Partili... CHP'li... MHP'li... İYİ Partili... HDP'li milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi.
Böyle sahneleri
"Özlemiştik."
Alkışlıyoruz."
diyordu Yavuz.. Alkışlamam mı?.
Sabahın beşinde de, Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman'la konuşmuş.. Takipçiliğe bakar mısınız?. Muhabirler değil, Yavuz, ayakta, güneş doğarken.. Hem de ne güneş!.
Yayman ki, yakın dostumdur.
Turizm Bakan Yardımcısı olarak harika işler yaparken, ayrılıp, milletvekili olmasına üzülmüştüm, Hatay adına sevinirken..
Yayman ne güzel şeyler söylemiş Yavuz'a..
"Demek ki olabiliyor...
Siyasette uzlaşı sağlanabiliyor...
Uzlaşma
'Demokrasinin anayasası.'
Çekişme... Gerilim... Yüksek tansiyon... Kavga... Her konuda eleştiri... '
Nereye kadar?'
Siyaset '
Uzlaşma sanatı.' Toplum, Meclis'ten
"Böyle görüntülerin" devamını bekliyor.
Sağlık '
Siyasetin üstünde' bir konu... Yüce Meclis bunu gösterdi... Ve bir de '
Uzlaşmanın erdemini.'"
***
Şu birleşmeyi bir de medya olarak sağlayabilsek.. Haberlerimizde, köşelerimizde, milletin duyguları, sağlığı ve mutluluğu için, hiç değilse bu "Can pazarı" günlerinde bir araya gelemesek de, dikkatli olabilsek..
Güzel haberleri büyütüp, olumlu gelişmeleri manşetten verebilsek..
Siyasi köşe yazılarında, ağır sözlerle eleştiri yerine, gene dikkatli bir dil kullansak. En azından ne kadar muhalif olsak da, corona konusunda olumlu gelişmeleri de övebilsek..
Aslında o zaman kazanırız da..
Çünkü "O zaman" inandırıcı oluruz.
"Bu adam, bu gazete "Doğruya doğru, eğriye eğri diyor" dedirtiriz. Bu değil mi? Bu da mesleğin temel şartı, değil mi?.
Gazete "Haber" demektir. Her haberi vereceksin. Doğru vereceksin. Siyasal eğilimini, birini büyük, birini küçük vererek gösterirsin.. Haberi, yani ikisini de vermek şart çünkü, gazetecilikte..
Corona günlerinde siyaset yapmamamız gerektiğinden, tercihlerimiz siyasi değil, halk yararına yapılmalı.
"Olumlu" haberler büyük gösterilmeli ki, okuyan kendini iyi hissetsin.
Kendini iyi hissetmek ne?. Coronaya karşı bağışıklığın artması.. Corona ile savaşın kazanılması..
Gazetenin, gazetecinin görevi de bu değil mi?
Hele de bizim..
"Birlik olalım.
'Biz' olalım. Biz bize yeteriz" diyen Başkanı destekleyen SABAH'ın, yani!.
Ben olsam, dün Yavuz'u manşetten verirdim!.
***
Corona günlerinde, düşünceler.. İnanışlar..
Yangyang Çeng, dünyaca ünlü Amerikan Cornell Üniversitesi Parçacık Fiziği Uzmanı.. Yani bilim kadını.. Liseyi bitirince ailesini Çin'de bırakıp Amerika'ya okumaya gelmiş ve orada kalmış. Annesi coronanın çıktığı Vuhan'a komşu eyalette..
Kızına durmadan mektuplar yazıyormuş..
Genç Çeng, "Annem dini bütün bir Hıristiyan. Allah'a inancı tam.. Ayrıca çok fanatik de Maocu.. Çin Komünist Partisi'nin coronayı yeneceğine de inanıyor" diyor. (İnsan hem nasıl fanatik dindar ve hem de bu devirde hala fanatik Maocu nasıl olur, sevgili dostum Doğu Perinçek anlatır belki..)
Anne Çeng, başından beri kızından "Vuhan ve Çin için dua etmesini" istermiş..
O kadarla kalsa iyi.. Bir de müthiş, tıbbi tavsiyede bulunmuş..
"Bol soğan ye.. Kokusu seni ağlatır.
Gözyaşı da virüsleri vücudundan atar.." Bayan Çeng diyor ki..
"Anne sözü dinlenir.. Ama ben bir bilim insanıyım ve ateistim.." Kız, Tanrı tanımıyor yani..
Ama tanıyanlar da şaşkın..
Yahudiler, cumartesi günü iş yapmaz, ellerini hiçbir alete sürmezler..
Cumartesileri çalışmak günahtır. Şabat derler adına..
Tel Aviv'de kaldığım otelde cumartesi sabahı asansörler çalışmıyordu. Başka bir şey vardı.. Birbirine zincirleme bağlanmış kabinlerden bir halka düşünün.
Yukardan aşağı, aşağıdan yukarı dönüp duruyorlar.
Böylece düğmeye basıp asansör çağırmanıza gerek kalmıyor. O bile günah çünkü.. Böylece, Şabatı ihlal etmeden, önünüze gelen kabine biniyor, ineceğiniz kata gelince de iniyorsunuz..
Şimdi dünyanın dört bir yanında Yahudi din adamları, yani Hahamlar, "Corona günlerinde Şabat olur mu" tartışması yapıyorlar.
Amerikan Yahudilerinden Baş Haham Avi S. Olitzky'nin yazısını okudum.
Şabat kurallarına göre cumartesi günleri bilgisayar kullanmak da yasak ya.. Baş Haham diyor ki..
"Peki corona günlerinde, zaten insanlar karantinada iken sosyal buluşmalar da yasaklanırsa, depresyona sebep olmaz mı?.
Bilgisayar, akıllı telefon ve tabletler aracılığı ile buluşmak ve sinagogdaki Şabat ayinini sanal buluşmayla yapmak uygun değil mi?.
Ya da bir dedenin, face time aracılığı ile kendisine gülücükler atan torununun torununu görebilmesi günah olur mu?." Baş Haham Avi, "Bu sanal Şabat ayinlerinde, hayat boyu sinagogda görmediğim insanları da gördüm" diyor..
Valla, güzel bu sanal buluşmalar..
Bunu ben, sanal, sosyal medya icatlarını sevmeyen ve kullanmayan ben..
Salı günü bizim Ünal (Özüak) ayarlamış.. 20 yıldır süren geleneksel salı buluşmalarımızı, bu defa İsmet'in bahçesinde değil, sanal alemde yaptık..
Önce telefon etti. "Zoom uygulamasını indir ve bekle" dedi..
İndirdim. Bekledim..
Saat öğlen birde "Başla" işareti geldi tablet ekranıma.. Ve Ünal'ı gördüm..
Sonra birer birer bizim "Salıcı"lar..
Hepsini benim gibi ayarlamış meğer..
Yeni biri geldikçe ekran bölünüyor.
İsteyen konuşuyor, ama herkes, herkesi görüyor. 20 kişi kadar olduk sonunda..
Bodrum'a yerleştikleri için artık salılara gelemeyen dostlar dahil.. Bi sohbet!.
Bi sohbet..
Sonra eğlence faslına girdik. Ali Kocatepe şarkılar söyledi, gitarıyla.. Zafer Erdaş, operamızın bas baritonu da sazını aldı eline, bir türküler okudu.. Tabii, Hekimoğlu ile final yaparak..
Gelecek salıyı iple çekiyorum.
(Amerika'da olup bitenleri The New York Times'da okudum.)
***
Tebessüm
Bugün Tebessüm Ümit Tokcan'dan.. Kendisi anlattı, TRT2'de..
Doğduğu Ordu'da geçen çocukluğunda çok ama çok yaramazmış.. Evde kırıp dökmedik şey bırakmazmış. Akli fikri de, türkü söylemekmiş..
15 yaşında bir gün, yakın Trabzon'da bir gecelik iş bulmuş..
Kendisini hep azarlayan, hep şikayet eden dedesine hava atmak için koşmuş..
"Dede Trabzon'a gidiyorum" demiş. "100 liraya türkü söyleyeceğim!." Dedesi cüzdanı açmış.. İçinden para alıp uzatmış..
"100 lira da ben vereyim de, gelme.."
Sevdiğim Laflar
Kibirli ile dost olma..
Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.
Ukala ile dost olma:
Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.
Namert ile dost olma..
Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.