Fatih Hocam, kurtarabilir!.. mi?..
"Fatih Hocam kurtarabilir" lafının sonuna, hüküm keser gibi (!) işareti koyan da benim, ardına "mi" diye (?) işareti iliştiren de..
Çünkü kafamda hâlâ bir ikilem var..
Neden?.
Tarihinin en kötü futbolunu oynayan Galatasaray'ın halini çok iyi biliyorum.. Ama, sadece Galatasaray değil, Türk Kulüp Futbolu tarihinin henüz yanına dahi yaklaşılamayan Galatasaray zaferlerine imza atan Hocanın da Fatih Terim olduğunu biliyorum..
Yıl 1996.. 8 Eylül.. Ali Sami Yen Stadı.. Galatasaray, yeni hocası Fatih Terim'le ilk defa Fener maçına çıkıyor. Ben de orada, tribündeydim.
Fener o gün, hem de Ali Sami Yen'de, 4-0 yendi Galatasaray'ı.. Ali Sami Yen'i dolduran Galatasaray seyircileri, başta Hakan Şükür, takımın yarısını yuhaladılar.
Gazeteler ertesi gün, Terim'in yolcu olacağını yazdılar. Yanıldılar.
Galatasaray'ın başında Faruk Süren vardı. Gelmiş, geçmiş en "Büyük" başkanlardan. Terim'in ve yuhalanan futbolcuların arkasında kale gibi durdu.
Sezona kendi sahasında Fener'e 4-0 yenilerek başlayan Galatasaray, o yıl Şampiyon oldu.
Yuhalanan, ıslıklanan Hakan Şükür de gol kralı.. Ki Hakan her maçta inatla yuhalanırken, "Yapmayın. O hem Galatasaray'ın, hem Milli Takımın santrforu. Sahip çıkın" dedim diye, hem de numaralının "Luxe" bölümünde oturan bir gurup Galatasaraylı beni linç etmek için plan kurdular. O zaman, Luxe tribünün kulisini işleten Ersoy Çetin kardeşim, devre biterken adamını yolladı, haber verdi. "Hıncal Ağbi devre arasında kulise gelmesin, dövecekler" diye de öyle kurtuldum.
O Galatasaray, arka arkaya 4 yıl şampiyon, o Hakan, arka arkaya dört yıl gol kralı oldular.
Yetmedi.
O Galatasaray Avrupa Ligi'nde (O zaman adı UEFA Kupasıydı) Şampiyon oldu.
Yetmedi.
O Galatasaray, Faruk Süren ve Fatih Terim sezon biter bitmez, kaydırıldıkları halde, Monaco'da Real Madrid'i yenip, Süper Kupa'yı Hasnun Galip'e getirdi.
Yetmedi..
O Galatasaray'ın iskeletini ve temelini oluşturduğu Milli Takım, Dünya Kupası'nda Üçüncü oldu. Şenol Güneş biraz yürekli olsa, Brezilya maçlarında takımı o kadar korkak oynatmasa, biraz daha yürekli 11 kursa, Dünya Şampiyonu da olabilirdik. Öylesi..
Şimdi Türk Futbol Tarihi'nde, yerli yabancı, bu başarının yarısına, dörtte birine ulaşmış bir hoca var mı?.
O zaman haksız mı olurum, "Fatih Hocam kurtarabilir" dersem. Hatta o bile eksik.. ". bilir" ne demek.. Kesin hüküm "Kurtarır!." olmalı..
Ne var ki..
"..bilir" dedim ve sonra ekledim.. "mi?."
Neden "mi" ve neden (?) işareti?.
Çünkü, şu andaki Fatih Hocam'dan emin değilim.. Onun 1996 Eylülündeki Fatih Terim olduğundan emin değilim..
Neden?.
Çünkü, Beşiktaş maçının arkasından yaptığı konuşmayı dinledim ve okudum..
Israrla, hatta inatla sahaya çıkardığı Yabancılar Lejyonu ruhsuz, uyumsuz, futbolsuz takım, Ali Sami Yen'in "Yabancıları yenmek" amacı ile kurduğu Galatasaray, yabancıları yenmeyi geçtik, onlara gol bile atamıyordu artık.
Sadece yabancılar olsa iyi.. İçerde de, derbilerde golü yoktu.
Ne savunma durmadan çözülüyor, orta saha oyun kuramıyor, forvet hücum edemiyordu.
Bu transferleri yapan, bu kadroyu kuran, bu ilk 11'i seçen ve her türlü rezilliğe rağmen değiştirmeyen, bu rezil futbolu oynatan tek sorumlu Fatih Terim'di.
Fatih Terim Beşiktaş maçının arkasından sıcağı sıcağına kameraların önüne geçti..
Bir öz eleştiri yapsa.. "Tüm kabahat bende.. Tüm sorumluluk benim" deseydi, yeterdi bana..
O zaman "Fatih Hocam kurtarır" derdim işte..
Ama Terim, bütün suçu kadroya atan bir konuşma yaptı.. Bütün günahı onlara yükledi ve cezayı da kesti.
"Hepsini, ne pahasına olursa olsun değiştireceğim. Takımda 17 yaşında çocuklar görürseniz şaşmayın.."
..ve işte bu olmadı..
"Kabahat bende" deseydi.. "Bunları toplayarak, onlara durmadan şans vererek, hatta rekabet havasını yok edip 'Bu takımda bizim ölümüz oynar' havası yaratarak, bu duruma ben sebep oldum. Tüm kusurlarımı, hatalarımızı, yanlışlarımı gördüm. Bundan sonra neler yapacağımı zaman içinde göreceksiniz. Sabırlı olun" deseydi, diyebilseydi eğer, lafımın sonuna o "..mi"yi eklemezdim işte..
Gene de "Kurtarabilir" diyorum, sevgili okurlar..
Eğer..
Sonrasını, görüşlerimi anlatacağım.. Yarın!.
***
İkizler'den Mehmetçiğe!.
Ayşe ve Sema Tanrıkulu Kardeşler.. Kahramanmaraşlı bu yapışık kardeşler, liseyi başarıyla bitirmişlerdi. En büyük istekleri, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi'nde yüksek eğitim yapmaktı. Çok az bir puan farkıyla kazanamadılar.
Bu köşede, First Lady'miz Emine Hanım'a bir açık mektup yazdım, biliyorsunuz.
"Bunlar çok özel insanlar. O zaman özel bir muameleyi de hak ediyorlar" dedim.
Emine Hanım hemen ilgilendi. Formül bulundu. İkizler, Sütçü İmam Üniversitesi'nin 2 senelik İlahiyat Yüksek Okulu'na kabul edildiler. Başarılı olurlarsa, İlahiyat Fakültesi'ne yatay geçiş yapacaklar.
Sema ile Ayşe, geçen hafta sonunda bir yakınlarını ziyaret için gittikleri hastanenin kapısında Jandarma Başçavuşunu görünce yanına gittiler ve "Barış Pınarı Harekatı için şu an Suriye'de bulunan Mehmetçiklerimize biz de selam vererek, kalben yanlarında olduğumuzu duyurmak istiyoruz. Birlikte fotoğraf çektirebilir miyiz" dediler..
İşte bu resim, o resim, Sevgili Okurlar!.
"Teşekkürler, Barış Pınarı Mehmetçikleri..
Teşekkürler ve Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun" diyoruz sizlere, ulusça, İkizler'le beraber!.
***
Doğum Günüm!..
Ortada ne pasta vardı, ne mumlar, ne de hediye paketleri.. Ama bilir misiniz, en duygu dolu doğum günü kutlamamı yaşadım, pazartesi akşamı..
80'i doldurup, 81'e basacağım gün, aslında 1 Kasım. Yani cuma günü, ama Dolunay ve Altınay kuzenlerim bana gerçekten bir sürpriz yaptılar.
Altınay Kanada'da yaşıyor.. Ordan kalkmış gelmiş. Uçaktan inip ucu ucuna yetiştiği geceye..
Altınay ve Dolunay, sevgili kuzenim Ahmet'in (Taner Kışlalı) kızları..
Hayati Dayımın eşi Nigar yengemi de almışlar yanlarına.. Kemal'le Nükhet yengemiz zaten bizde.. Yeğen Önder'le eşi Duygu da Ankara'dan gelmişler..
Organizasyona bakar mısınız?.
Dolunay, Gümüşssuyu'ndaki Rus Lokantasını seçmiş bu minik, bu şirin, bu hele benim için nasıl duygulu, nasıl sıcak aile yemeği için..
Anılar, anılar.. Saatler nasıl geçti anlamadık!.
Teşekkürler, Ahmetim'in kızları..
O da orda, bizimleydi, hissettiniz değil mi?.
***
En güzel kutlama!..
Dün sabahın erkenlerinden başladı, cebime Cumhuriyet Bayramı kutlama mesajları.. En güzeli, Trabzon'dan, sevgili dostum Ahmet Armutçu'dan geldi. Can Yücel'in "Yaşasın Cumhuriyet" adlı dizelerini yollamış bana Armutçu..
Onu sizinle paylaşmak isterim..
"Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir"
Diyor muhtar:
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de ekran karardı
Korkarım bu, sade Gölköylülerin değil, umumumuzun
Sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet"
***
Yetti bu "Skor" Yazarlığı!..
Ya bizim medya başka bir maç seyrediyor, ya da tabelacılıkta artık tavan yapmışlar..
Beşiktaş kazandı ya.. Göklere çıkarmışlar.. Hele Hürriyet Beşiktaş'a "Yıldız" yağdırmış. Galatasaray'da 2 yıldız alabilen 2 kişi falan var.
Artık gülmüyorum bile.. İçim acıyor..
Beşiktaş, Burak sakat olduğu için Umut'u oynattı, santrforda.
Galatasaray da Falcao'nun yerine Andone'yi.. İkisi de takımlarının en çok koşan ve en akıllı oynayan adamlarıydılar. İkisi de karşılıklı hemen her gol pozisyonunun içinde bulunmayı başardılar. İkisi de, beşer, altışar pozisyonun içinde oldular.. Andone hiçbirini kullanamadı, Umut bir tanesini attı. O da maçın skoru oldu.
Tersi de olabilirdi. Umut, hem de en zor olduğu o pozisyonu da kaçırabilir, Andone, çok kolay bir pozisyonda skor tabelasını değiştirebilirdi.
O zaman ayni Hürriyet mesela, bu defa Andone'ye 4 yıldız çeker, Galatasaray'ı yıldıza boğar, Fatih Terim'e destanlar yazardı..
Yahu ayıptır dostlar.. Ayıptır..
Tabelaya göre yıldız vermek, tabelaya göre maç, tabelaya göre yorum yazıp, başlık atmak ayıptır..
Okurlarınızla alay etmeyin.. Hemen hepsi maçı canlı izleyen okurlarınızı kendinize güldürmeyin..
Cesur olun.. Yürekli olun..
Tabelayı değil, gözünüzün gördüğü, beyninizin okuduğunu yazın!.
Sıktı bu "Skor yazarlığı!."
"Spor Yazarı" olun lütfen..
Yetti artık!. Yetti!.
***
TEBESSÜM
Efendim dünkü Tebessüm köşemiz şöyleydi..
"İnsanlar üçe ayrılır.
Sayı saymayı bilenler ve bilmeyenler!."
Yazıları bitirdim, çıkıyorum. Yasemin koştu, asansörden çevirdi. "Hıncal Bey, Tebessüm yazınızda hata var" dedi.. Ben bişey anlamadım da.."
Güldüm.. "Yarın sabah Serpil'den de mesaj gelir merak etme, 'Tebessüm yanlış' diye" dedim..
Ama bacıdan henüz ses yok..
Demek o sayı saymayı bilenlerden..
***
Son Dakika.. Saat 12.10.. Yazılarımı bitirdim, çıkıyorum. Serpil'den beklenen mesaj geldi..
"Ama... Üçüncü kim?."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Gülmek için mutlu olmayı beklemeyin, belkide gülmeden ölürsünüz."
Victor Hugo
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)