Fikret Orman, nasıl bir "Benden sonra tufan" planlaması yapıp, tüm Beşiktaşlıların iki ayağını bir pabuca sokacak Kongre Planlaması yaptıysa artık..
Beşiktaşlılar bu hafta sonu pazar günü yeni yöneticilerini seçmek üzere sandığa gidecekler..
Gidecekler de.. Kime oy vereceğini bilen kimse pek yok. İki arada bir derede doldurulan listelerle seçime gitmek zorunda bırakılan başkan adaylarını tanıyan, bilen, kulübün bu çok zor koşullarında, nasıl başarılı olacaklarını öğrenen ve ona göre tercihini yapan, yapacak olan kaç kişi var camiada dersiniz?.
Varsa şaşarım ya!.
Beşiktaş zaten Bab-ı Ali'nin talihsiz kulübüdür.
Fenerbahçe esaslı teşkilatlanmış Türk spor basınında, biraz da Ezeli Rakip kontenjanından bir kaç Galatasaraylı yazar vardır da, Beşiktaşlı yazar bulmak, çölde suya rastlamak kadar zordur.
Bu yüzden seçmenlerin gazeteleri okuyarak, TV yorumları dinleyerek de fikir sahibi olma şansı çok azdır..
Ben, Orman'ın perişan halde bıraktığı kulübe Başkan adayı olma yürekliliğini ve kulübe sahiplenme aşklarını gösteren adayların dördünü de yürekten kutluyorum bir defa..
Dördü de alkışa layıklar..
Ben Beşiktaşlı değilim.. Kulüp olarak..
Ben Beşiktaşlıyım, hem de 40 yıllık Beşiktaşlıyım. İstanbul'a geldiğimden beri hep Beşiktaş'ta oturdum ve iyi bir Beşiktaşlı oldum.. Semt olarak..
..ve ben 60, Öz Fenerbahçe dergisine yazdığım Ankara Mektupları'nı da sayarsanız, 1955'ten beri, yani nerdeyse 65 yıldır, sporun içinde olan bir gazeteciyim.
O sıfatla işte, kendimi görüşümü salı gecesi ASpor'daki 90a programımda söyledim.
"Adayım İsmail Ünal!." Neden?. Çünkü iki adaydan Ahmet Nur Çebi Fikret Orman'ın 7 yılının 6.5'ğunda onunla beraberdi. Serdar Adalı da, kongre kararı alan Orman Yönetiminde İkinci Adam.
Başkan Yardımcısı.. Bir kalemde geçtim onları..
Hürser Tekinoktay son seçimde Orman tek aday kalmasın diye ortaya çıktı. Çok az oy aldı.
Onu da geçtim.
Geriye kaldı, İsmail Ünal!.
İşte onu iyi, hem de çok iyi tanıyorum..
1980 yılında gelip yerleştiğim Beşiktaş'ta Belediye Başkanlığı yaptı. Hem de çok zor koşullarda, Başkanlık yaptı..
Başkan olarak konulara nasıl hakim olduğunu, Beşiktaş için herkesle, her kurumla nasıl uyum içinde çalıştığını gördüm.
Başarısının iki sebebi vardı..
Birleştiriciliği ve gece gündüz Beşiktaş sokaklarında olacak çalışkanlığı..
Bir pazar sabahı sahilde kahvaltıya inerken Arnavutköy'ün o kargacık, burgacık sokaklarında, bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurun altına sırtına sarı bir muşamba geçirmiş, kaldırımları düzelten işçilerin başında gördüm onu, hiç unutmam..
Aklı Beşiktaş, fikri Beşiktaş, hayatı Beşiktaş'tı.. Hem de bir muhalif ilçe başkanı olarak, hem Büyükşehir, hem de Ankara'dan çok az destek almasına rağmen büyük işler başardı.
Beşiktaş İstanbul'un Kültür/ Sanat Merkezi oldu.. Öyle genişti vizyonu.. Her mahallesine bir Kültür Merkezi kurdu mesela.. Hepsi de her gece doluydu. Öyle doluydu ki, Beşiktaş Belediyesi'nin gazetelerin sanat eklerinde her hafta ilanları çıkardı, "Hangi salonda, hangi gece ne var" diye..
Sadece sahne değil.. Resim heykel sergileri..
Hele genç sanatçılar için özel sergilerinde kimleri kimleri tanıdım?. Parklar?. Yusuf Namoğlu Beşiktaş'ı park cenneti yapmıştı. O parklara da, müzik ve eğlence gecelerini götürdü, yaz akşamları.. Beşiktaş cadde, sokak ve alanlarını heykellerle donattı..
Saymakla bitmez.
..Ve bunların hepsi için vakit de buldu, para da..
Dahası.. Nasıl Fener'in kalbi Bağdat Caddesi'nde atar, Galatasaray'ın ruhu Lise'den gelirse, Çarşı da Beşiktaş'ın kalbi ve ruhudur.
İsmail Ünal Çarşı'yı en iyi bilen adamdır. Yıllar evvelinden bilir.. Bugünü bilir..
Çarşı'ya girsin, 10 esnaftan dokuzuna adıyla hitap eder, oturur çayını içer, öylesi..
İsmail Ünal, Beşiktaş çocuğu, Beşiktaş âşıklısıdır.
Beceriklidir.
Tuttuğunu koparır, azimli ve kararlıdır.
Kılıçdaroğlu, Sarıgül'e kanıp, bütün CHP'li ilçelerde sevilen ve tanınan başkanları kenara itip yerlerine Sarıgül'ün adamlarını koyma yanlışını yapmasaydı, ilçem o Haznedar faciasını yaşamayacak, İsmail Ünal'la daha ne sorunlarını bugün çözmüş olacaktı. Haznedar bitirdi Beşiktaş'ı. Durdurdu, öldürdü. Neyse konumuz o değil, siyaset hiç değil.
Ben, Orman bataklığından Beşiktaş'ı düze çıkaracak vasıflara sahip kişinin İsmail Ünal olduğunu anlatmak istedim hepsi o!.
***
Resim haberdir!..
Foto muhabirliği, gazeteciliğin en zor, ama en güzel, en kutsal dalıdır.
Adı üstünde "Muhabir"dir o. Ama haberini belgeleyen, kanıtlayan muhabir..
Çünkü resim, haberdir.
Çünkü tek resim, bin satıra denk, yorumdur, makaledir.
Çünkü, yazıyı ne kadar ilginç, ne kadar güzel olursa olsun herkes okumaz. Ama herkes, istisnasız resme bakar ve görür..
Aslında "görür" kelimesinin arkasına "dü" eklemem gerek. Çünkü sayfaları evvelden gazeteciler çizerdi. Sekreter derdik adına.. Ben mesleğe sekreter olarak başladım mesela..
Sekreter, resmin hakkını veren adamdı. Çünkü gazeteciydi.
Abdi İpekçi'ydi mesela..
Sonra ofset ve renkli baskılar başlayınca, sayfalar gazetecilere değil, ressamlara emanet edildi. Ondan sonra resmin haber değeri kenara atıldı.
Sayfanın görünüş süsü olarak kullanılma başladı..
Ben köşemde bu ikinci tarz resmi hiç kullanmadım.
Bir resim eklediysem yazıya "Haber" olduğu için ekledim. O resim "Haber" olduğu için.. Ama bunu bir türlü, durmadan değişen editör ve tasarımcılara anlatamadım. Bazıları ısrarla "Tasarım süsü" diye kullanmaya devam ettiler.. Her defasında aradım, konuştum ama, olmadı. Ben söylüyor, ben dinliyorum.
İşte dün sabah beni cin çarpmışa döndüren sayfa tasarımı..
"İmamoğlu'na ithaf" yazım, tamamen bir resim altı olarak yazıldı. Önemli olan yazı değil, resimdi. O resim İmamoğlu'na ithaf edilmişti.
Neden?.
O resimde bir "Park yapılmaz" levhası altında park etmiş bir servis aracı vardı. Dahası o resimde "Park yapılmaz"ın altında "Bu güzergah EDS ile takip edilir" diye bir ikinci uyarı daha vardı. Bu levhaların ikisi de İstanbul Belediyesi tarafında oraya dikilmişti ve o resim diyordu ki, "Tüküreyim senin kuralına da, izlemene de diyen servis aracını görüyor musun İmamoğlu" Siz yazımı okudunuz, ama resmi görmediniz.
Çünkü tasarımcım, o resmi daracık tek sütuna inceltmiş, inceltmek için de, minibüsün iki yanındaki fazlalıkları kesip atmıştı, aklınca. Fazlalıklar, o resmi "Haber" yapan "Park yapılmaz ve EDS ile izlenir" tabelalarıydı, oysa..
Yani resmin haber değerini sıfırlamış, "Şuraya bir renk lazım"a indirgemiş, bakınca hoşlarına giden bir süse döndürmüşlerdi.
Hep yazarım "Editörlük, gazeteciliğin en önemli dalıdır" diye..
Ben her öğlen yazılarımı editöre emanet edip çıkıyorum. Sabah adı, Hıncal adı onlara emanet artık. Bunu harika yapanlar, minnet duyduklarım var. Ne yanlışlarımı düzelttiler..
Ama işte bunu yapanlar da var.
Dilerim köşeme tekrar koyduğum, benim verdiğim gerçek resim bugün aynen ve içindeki yazılar okunacak büyüklükte kullanılmıştır da, bu yazıda ne demek istediğim anlaşılır...
***
Batsın "Son Dakika"nız!
Dün sabah kalktım.. Önce kahvemi içip gazetemi okudum.
Sonra ekran başına geçip, sırayla bütün haber kanallarını yani "Koyun Sürüsü"nü dolaştım. Hepsi hâlâ ve ısrarla "SON DAKİKA" diye ekranlarını dört köşe kırmızı çerçevelemeye devam ediyorlar.. Sekizinci gün olmuş, hâlâ " SON DAKİKA!.." Yahu batsın sizin son dakikanız..
O utanmadan "SON DAKİKA" dediğiniz haberlere bakıyorum.
Yarıdan fazlası akşam yatarken okuduklarım..
"Kızıltepe'ye havan atıldı. 2 şehit..
ABD Başkan Yardımcısı Pence Ankara'ya geliyor.." Yahu bu sabah gazetemde okuduğum haberler, ekranda kırmızı yazılı "SON DAKİKA" olur mu, be adamlar?. Ekranı bu sahte, bu kokuşmuş, bu naftalinli haberlerle "SON DAKİKA" diye kızartan yüzünüz kızarmaz mı, hiç?
Yahu dünyada neler neler oluyor daha.. Önemli.. Çok önemli..
Hani nerde "Halkın haber alma hakkı?." Nerde ha?. Hani nerde, koyun sürüsü?.
Devam edin, 48 saatlik, üç günlük haberleri "SON DAKİKA" diye vermeye ve gerçek son dakika, gerçek yeni ve gerçek çok önemli haberleri, artık o kırmızı ekrana bakmayı kanıksamış insana duyurmayın. Arada kaynatın onları ve bunun adına "Gazetecilik" deyip, mesleği karartmaya devam edin olur mu?.
Yuh olsun hepinize.. İçinizde "Ben bu sürüden ayrılacağım.
Ben, dünya haber kanalları gibi, çağdaş yayıncılık yapacağım.
Ben bu ülkede fark yaratacağım" diyen bir kişi çıkaramadığınız için hepinize "Yazıklar olsun!."
***
Tebessüm
Küçük Temel - Öğretmenim!
Yapmadığım bir şey için bana ceza verir misiniz?.
Öğretmen - Ne münasebet Temel!.
Hiç olur mu öyle şey!.
Küçük Temel - Yaşa öğretmenim!. Ev ödevimi yapmadım da..
Laflarım
"Zaman içinde giderek daha değerlenen üç şey vardır; yakacak kuru odun, okunacak eski kitaplar, keyif alınacak eski dostlar." Henry Ford