Kardeşliğe Neşeye Çağrı!.
Ama onları bir kenara atıp, Kadıköy'ün o minnacık, ama çok sıcak, çok şirin tarihi güzelliği Süreyya Operası'na koşmakta tereddüt bile etmedim..
Çünkü 9. Senfoni vardı..
Beethoven'in, yazılışı, ilk çalınışı filmlere konu olacak kadar dramatik, bende her dinleyişimden göz yaşı dolu, güzel anıları geri getiren 9. Senfonisi..
Niye dramatik?.
Onu, Türkiye'de, ne yazıkki şimdi Mamak Belediyesi diye leşe çevrilen tarihi konservatuar binasında (Uyan Mansur Yavaş Başkan uyan da bu Cumhuriyet Tarihi'nin anıt binasını Müze yap hiç değilse) 7 Mayıs 1942'deki ilk seslendirilişinin programını Cevat Memduh Altar yazmış..
***
Bundan tam yüz on sekiz yıl önce, 1824 yılı Mayısının yedinci günü, insanlığın kültür tarihine yepyeni bir sanat eseri katılmıştı. Aynı gün, yapılıp bitmesi daha yeni sona ermiş olan Viyana Saray Tiyatrosu'ndaki konseri dinlemeye koşanlar, büyük ses şairi Beethoven'i, üzerinde senelerce çalışarak yarattığı Dokuzuncu Senfoni'sini insanlığa armağan ederken gördüler.Hayatının son yaratma devresini tam bir sağırlık içinde geçiren büyük dâhi, bu ulu eserinin ilk çalındığı gün, ödevini tam olarak başarmış bir kahraman edasıyla orkestra şefi yerinde ayakta duruyor ve üç yüz kişiden ibaret olan orkestra ile koroyu Birinci Kemancı yerinden, arkadaşı Umlauff, onun yerine idare ediyordu.
O gün, bu tarihe mal olan hadisenin nasıl geçtiğini yakından görenler, güzel olduğu kadar da içler parçalayan bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamadılar, çünkü senfoninin devamı boyunca orkestra şefi yerinde hiçbir şey işitmeden ayakta durmuş olan büyük sanatçı, eser çalınıp bittikten sonra, hükümdarlara bile nasip olmayan şiddetli alkış tufanını da işitememiş ve ancak hayranlarından biri tarafından kollarından tutulup salona çevrildiği zaman, halkın büsbütün alevlenen heyecanı karşısında olan biteni anlamış ve sevindiği kadar da acı duymuştu."
***
Anılarım mı?.Onları kaç kez bu köşede yazmışım.. İşte onlardan biri 8 Mayıs 2010'daki köşemden..
***
Canlı ilk dinleyişim, 1986'da New York'ta Central Park'taydı. 600 bin kişi falandık.. New York Filarmoni'yi Zubin Mehta yönetiyordu. Koro ve Solistler dünya ünlüsü Metropolitan'dan. Hayatımın en unutulmaz günlerinden biriydi.Son canlı dinleyişim, Ankara'daydı. Yeni açılan, yolu bile olmayan bir spor salonuna, tarlalar içinden geçerek gitmiştik..
Cumhuriyetin üzerine gölgeler düşüren günler yaşıyorduk. 9. Senfoni o gün orada, devrimciliğin, ilericiliğin simgesi oldu. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de oradaydı.. Benim yanımda da, eski Kültür Bakanı, kuzenim Ahmet Taner Kışlalı.. ( Kahpece öldürdüler, Cumhuriyet'e kast edenler, biliyorsunuz.)
Muhteşem bir gösteri olmuştu, tıklım tıklım, merdivenlerinde dahi insanların üst üste olduğu salonda..
Finalde koro, o müzik tarihinin en güzel koral parçasını seslendirir, Schiller'in Ode to joy/ Neşeye Çağrı'sını söylerken, Ahmet'le ağlıyorduk..
Ben böyle bir coşkuyu, duygu dolu coşkuyu çok az izledim ve yaşadım hayatımda..
Süleyman Demirel, unutulmaz sözlerinden biriyle güne damga vurdu..
"İşte çağdaş Türkiye!.."
Boşuna değildi buradaki "Çağdaş" sözcüğü.. Çünkü senfoninin dördüncü bölümünde yer alan insan sesleri, Fransız İhtilali'nin temelini oluşturan dört ilkeden (Özgürlük, Eşitlik, Adalet, Kardeşlik) en güzelini, en kutsalını "İnsanların Kardeşliği"ni Schiller'in muhteşem şiiri Ode To Joy/ Neşeye Çağrı dizeleri ve Beethoven'in notalarıyla anlatıyordu.
***
Neydi o Kardeşliğe çağıran sözler?."Kardeş olun ey insanlar,
Bunu ister tanrımız!
İnsanlığa doğruluğa
Göğsünü aç korkma sakın
Hür doğmuştur insanoğlu
Hür yaşamak hakkıdır
Bu dünyada her şey geçer
Sana yalnız dost kalır
İnsanlığa doğruluğa
Göğsünü aç korkma sakın
Hür doğmuştur insanoğlu
Hür yaşamak hakkıdır."
***
İstanbul Devlet Operası'nın (İDOP) ne yazık ki müdürü, çok sevgili dostum Suat Arıkan aradı "Dokuz'la başlıyoruz" diye..
Ben de "Geliyorum" dedim hemen, "Nerde, ne zaman" diye sormadan.. "Dokuz" çalıyorsa, giderim çünkü.. Suat ötesini de söyledi, ardından..
"Ben de söylüyorum.."
Devlet Operası'nın en iyi bas baritonlarından biriyken, İDOP Müdürlüğü'ne (Ne yazık ki) getirilince, yoğun bürokratik işlerden sahneye çıkamaz olmuştu. Başının etini yiyordum.
Aramıştı geçen yıllarda "Müjde!. Sahnedeyim" diye..
Koştum gittim Mozart'ın "Tiyatro Müdürü Operası"na..
Suat sahnede.. Ama müziksiz bir rolde.. Konuşuyor sadece.. Nasıl kızmıştım.
Suat "Bu defa söylüyorum" diye yemin etti..
..Ve "Dokuz" başladı.. Süreyya'yı tıklım tıklım dolduran o harika Kadıköy seyircisiyle başladı.
Sahnede İDOP Orkestrası.. Şef Zdravko Lzarov.. İDOP Korosu.. Şef Volkan Akkoç!.
Önce Beethoven'in Koral Fantezisi'ni seslendirdiler. Solistler Birsen Ulucan (Piyano), Hale Soner (Soprano), Sevim Zerenaoğlu (Soprano) Özge Kalelioğlu (Alto), Ufuk Toner (Tenor), Onur Turan (Tenor) ve Umut Tingür (Bas).
Harikaydılar.. İlk defa dinliyordum. Bayıldım.. Sonra..
Sonra nefesim kesildi.. Dokuz başladı.. Devam ediyor ama ben hem de nasıl heyecanla, finali, koral finali, "Kardeşliğe Çağrı"yı bekliyorum.
Ülkemin, insanımın bugünlerde en çok ihtiyacının olduğu "Neşeye ve Kardeşliğe Çağrı" yı..
Gözüm de kulağım da çellistlerde..
Neşeye Çağrı, insan sesinin bir enstrüman gibi müziğe eklendiği ilk operadır.. Beethoven, insan sesinin girdiği bölüme Çello solosu ile başlar.. Çello insan sesine en yakın enstrüman olduğu için belki, bu geçiş için onu seçmiştir..
Nasıl güzel girdi Çello.. Sonra çellolar, viyolalar ve tüm kemanlar..
Sonra, önde oturan solistlerden Suat ayağa kalktı..
Sonra..
Sonrası coşku..
Sonrası mutluluk..
Hüseyin Likos harikaydı.. Otillia İpek harikaydı.. Barbora Hitay harikaydı. Suat harikaydı. Koro harikaydı.
Her şey harikaydı.
Ben harikaydım!.
Önce Başkan Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na sezonu, davetlisi olarak Saray'da açtırdı. İzledi, ağırladı..
Sonra İDOP, "2019- 2020 sezonuna "Dokuz"la girdi.
Yurduma ve ulusuma "Neşeye ve Kardeşliğe Çağrı" diye haykırarak açtı kapılarını..
Arka arkaya iki muhteşem güzellik!.
Haydi durmadan "Kin, nefret ve öfke saçan" siyasetçiler!. Haydi durmadan "Bölünmüşlük, sövgü" yazan köşeler..
Uyun bu çağrıya..
Kardeşliğe ve neşeye koşsun bu millet artık!.
Hakketmedi mi?.
Hakketmedik mi?.
***
Diplomasi'nin bittiği yerde!.
Türkiye çok kritik günler yaşıyor.. Tam elbirliği, yürek birliği içinde olmamız gereken günler bunlar..
1957'den beri gazetecilik yapıyorum.. İktidarla muhalefetin aralarında uçurumlar olduğu günlerde başladım, mesleğe..
Konu "Dış politika" olduğu zaman o uçurumlar kapanır, herkes el ele, yürek yüreğe olurdu.
Türkiye üzerinde emellerini hiç saklamayan komşular ve süper devletlere "Tek vücut" olarak karşı dururduk.
Bugüne bakın bir de..
Amerika'nın ve Rusya'nın Suriye üzerinde büyük emelleri var.. Irak'taki petroller üzerinde de.. Orta Doğu dünyanın en kritik bölgesi..
Bizim için daha da kritik.. PKK, PYD.. En uzun sınırımız Güney'de.. Ama, her santimi ölüm tehlikesi. Bu sınırın boydan boya, Amerika ve Rusya'nın emellerine rağmen güven altına alınması lazım..
Başkan Erdoğan, bir Orta Doğu lideri gibi konuşuyor. Eğilmeden, bükülmeden ve diplomasinin tüm sınırlarını zorlayarak.
Çünkü diplomasi biterse, masa başında çözüm imkanı kalmazsa, sınırlarımızı kendimiz güven altına almak zorunda kalacağız. Bunun yolu da Kuzey Suriye ve Irak'a girmek!.
Mecbur bırakılırsak gireceğiz.. Peki sonra?.
Girmek kolay.. Ya çıkmak?.
Amerika Vietnam'a girdi ne oldu?.
Afganistan'a girdi, Sovyet yayılmasını durdurmak için.. Afgan Müslüman gençleri organize edip yanına aldı.. Kim onlar?.
Taliban!.
Taliban şimdi bir türlü Afganistan'dan çıkamayan Amerika'nın da, dünyanın da baş belası..
Irak'a girdi Amerika!. Çıkamıyor!.
Yani!.
Girmeden önce, yapacak başka şey kalmadığına herkesin emin olması lazım..
Ama ülkeme bakın..
Dış politikamız, iç politikaya alet ediliyor..
Sırf Erdoğan'ı yıpratmak için alet ediliyor..
Durmadan "Ne zaman gireceğiz?. Ne zaman gireceğiz" baskısı sürdürülüyor.
Amaçları..
"Erdoğan blöf yapıyor" demek.. Kime.. Dünyaya "Erdoğan blöf yapıyor" demek yani.. Diplomaside elimiz zayıflasın, ödün verelim diye yani. Ya da daha fecisi..
Diplomatik yollar kapansın, Erdoğan girmeye mecbur kalsın diye yani..
Girersek sonu ne olur, düşünen yok mu bu ülkede..
Yahu şair, bundan 1.5 asır önce seslenmiş bize.. Hepimize..
"Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh;
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh."
Günümüz Türkçesiyle..
"Bütün devletler kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulur;
Şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol."
Mustafa Kemal, 1 Mart 1922 günü Meclis'teki açış konuşmasında bu mısraları söylemedi mi?.
Başkan Kennedy, Latincesinden (Si vis pacem, para bellum) alıp haykırmadı mı?
Yahu hepsini bırakın Başkan Erdoğan, bir yandan barış görüşmelerini yürütürken, bir yandan da yoğun askeri hazırlık yapma sebebini ayni dizelerle açıklamadı mı?.
Hayır!. Türkiye'yi, insanımızı düşünen yok..
İstiyorlar ki, isterse Türkiye savaşa girsin. Çıkmanın çok zor olduğu batağa saplansın..
İstiyorlar ki, Erdoğan girme kararı alamasın da, blöfçü çıksın.
Yani istiyorlar ki, her hal ve kârda Erdoğan batsın ve bitsin..
Bu arada Türkiye ne olur?. Ülkem, gençlerim ne olur, umurlarında değil..
Her gün, her gece tek gündemleri var!.
"Ne zaman gireceksin?. Açıkla.."
"Hani girecektin, ne oldu?."
Yazıklar olsun size be!. Yazıklar olsun!.
Bugün bile ayrımcılık!. Bugün bile bölünme.. Bugün bile o kahrolası siyasal menfaat!.
Ne biçim vatanseversiniz siz?.
***
TEBESSÜM
- Erkekler için romantik bir geceyi tarif eder misiniz?.
- Seks!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Pırlantaların en değerlisini içimde taşıyorum. O da vicdanımdır..
William Shakespeare
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)