Bugün Saracoğlu’na gidecekler için..
Fenerbahçe'nin sembol ismi, kaptanı Can Bartu Galatasaray, Galatasaray'ın efsanesi, kaptanı Metin Oktay Fener formasıyla..
Bu resim, iki ezeli rakip, ama ebedi dostun, Metin Oktay'ın jübile maçında, formalarını değiştirdikleri anı ölümsüzleştiriyor.
O zamanlar aynen öyleydi "ezeli" rekabet.. Lafta değil.. Esasta.. Rakip vardı.. Düşman değil..
İnönü Stadı'nda maç oynanır sonra, futbolcular birlikte Beyoğlu'na çıkar, Çiçek Pasajı'nda hep beraber eğlenirlerdi mesela.. Maçtan önce ayni yerde kampa girdikleri gibi.. Moda'daki Mono Palas'ta mesela..
Bugün, hiç değilse, o iğrenç, o kin nefret dolu rekabeti unutalım ve Sinyor'un anısına saygımızı gösterelim, ne olur!.
"Hayrola Kaptan" dedim.. "Şu halime bak Hayatım" dedi.. Metin sevdiklerine hep "Hayatım" derdi.. Tozluklarını indirdi. Tekmeliklerine rağmen bacakları yara bere içindeydi.. "İyi futbol oynamak günah mı?: Şimdi burdan Fener soyunma odasına git. Sinyor'un bacaklarına bak.. Onunkiler de yediği tekmelerden aynen böyle değilse ben bir şey bilmiyorum.."
Gittim, baktım. Öyleydi gerçekten..
Galatasaray'ın her şeyi Baba Gündüz, Can'ın methini duymuştu. Bir hafta sonu Çayır'a geldi, izledi. O zaman Fener yönetiminin içine kurt düştü. "Baba"nın nasıl ikna edici olduğunu biliyorlardı.. Allem kallem ettiler, genç Can'a profesyonel sözleşme imzalattılar. Can annesinden gizli bir kaç maç oynadı. Ama içine sinmiyordu. Gitti, durumu anlattı..
"Bak anne" dedi.. "Seni bu hafta maça götüreceğim. Gözlerinle gör. Futbolun senin dediğin gibi kırıcı bir şey olmadığını gör. Gene de 'Oynama' dersen, söz bir daha oynamam' dedi.
O gün Fener Stadı'nda harika oynadı Can, yaklaşık 40 metreden bir de muhteşem gol atıp tribünleri yıktı.. Akşam eve gelince annesine koştu.. Heyecanla kararını bekledi.
"Bak oğlum.. Artık içim rahat.. Futbol oynamana izin veriyorum.. Ama sakın beni bir daha maçına gelmeye zorlama.."
"Niye" diye hayretle baktı Can.. Tribünler oğlunun adını tempo ile bağırırken hangi anne statta olmak istemezdi ki?.
Annesi güldü..
"Hani o golü attın ya.. Tam arkamda oturan kafasında Fener külahı, boynunda Fener kaşkolü olan bir genç ayağa fırladı ve 'Ne güzel vurdu be, o... çocuğu' diye bağırdı. Sen harikalar yaratırken bile bana sövenler, kötü oynarsan, neler der, bi düşün?."
Can o gün, İnönü de attığı golle futbol takımını kazandırdı. Beş saat sonra Spor Sergi'de 33 sayı atarak Fener'e zaferi getirdi.
İki maçta da ordaydım.. Can bizi bir günde iki defa yendi.. Ben de seyrettim, iyi mi?. Böyle bir gün yaşamak, her gazeteci için harika değil mi?.
En güzeli, izlediğim en güzel Dünya Kupası, 1982 İspanya idi.
Madrid'deki basın merkezinde 30'a yakın Türk gazetecisiydik. (Bugün maç yazmak için Ali Sami Yen Stadı'na gitmeyen Türk basını, o zamanlar gazetecilik yapar, yurt dışındaki maçlarımızı en az iki kişilik ekiplerle izlerdi, anlayın.. Sadece tercüman 6 (altı) kişiydi Madrid'de..)
İlk tur maçları bitmişti. Bir gurup oturmuş "Kim şampiyon olur" diye konuşuyorduk.. İlk turu geçenler, ikinci turda üçlü guruplara ayrılmıştı. İkisi elenecek, birinci olan devam edecekti.
Brezilya ve Arjantin ayni guruba düşmüşlerdi. Üçüncü takım İtalya idi.. Tartışmanın sonucu kısa zamanda belli oldu.
"Arjantin de, Brezilya da İtalya'yı yenerler. Ama birbirlerini yenemezler. İtalya'yı farklı yenen devam eder ve şampiyon olur.."
Niye böyle düşünmüştük?.
Çünkü Polonya'nın gurup birincisi olduğu ilk turda İtalya Kamerun ve Peru'yu yenememiş, ikisiyle de 1-1 berabere kalmıştı. Kamerun'la Peru da 0-0 berabere kalınca, İtalya ve Kamerun puan puana olmuşlardı. İtalya'nın 2-2 lik averajı, atılan gol fazlasıyla 1-1 averajlı Kamerun'u geçtiği için İtalya devam edebilmişti. Peru ve Kamerun'u yenemeyenlerin Arjantin hele de o muhteşem Brezilya önünde ne şansı olurdu ki?.
Tam o sırada arkamızdan "Beyler" diye bir ses duyduk.. Meğer Sinyor gelmiş arkadan bizi dinlermiş..
"Beyler" dedi, "Siz İtalya'yı iyi izlemediniz.. Bir yıldır cezalı Rossi, takıma yeni yeni oturduğu için henüz gollerine başlamadı. Ama her maç daha iyi.. Bu guruptan İtalya çıkar ve devam eder, şampiyon olur.. Rossi de gol kralı olur.."
Cevap bile beklemeden döndü, gitti.. Arkasından laf attılar..
"İtalya'da iki top oynadı ya, İtalya ve futbol uzmanı oldu başımıza.."
İtalya şampiyon, Rossi gol kralı oldu, sonunda..
İkinci tur başlarken Adidas Dünya Kupası'nı izleyen gazeteciler arasında bir tahmin yarışması açmıştı. Finalden sonra sonucu açıkladılar.
"İtalya'nın ampiyon olacağını bilen dünya ve İspanyol gazetecisi çıkmamıştır.."
Koştum Sinyor'a.. "Yahu sandık şurda duruyordu. Niye bir kupon doldurup atmadın.. Bak dünyada tek olacaktın.."
Baktı bana.. Klasik lafını söyledi..
"Boş ver yahu!.."
Kendi gazetesine bile yazmamıştı Can.. "İtalyan hayranı Sinyor saçmalamış" der ve koymazlar diye..
Allahtan ben, o konuşmanın yapıldığı günün ertesinde Cumhuriyet'teki kupa notlarımda Sinyor'un "İtalya ve Rossi" deyişini yazmış, yani kayda geçirmiştim.
"Yahu Sinyor durum l-1, nereye gidiyorsun" derdim.. "Belli değil mi, Highway 1 gol daha atar, 2-1 biter" derdi, mesela. Bir maç,iki maç, beş maç.. Her maç da dediği tutardı, inanın..
Bir gün dayanamadım.. "Bak Sinyor" dedim. "Nereye gidersen git, umurumda değil, ama giderken maçın sonunu söyleyip heyecanımın içine etme."
Maradona golü attı. Ayni anda Sinyor bağırdı. "El var.."
Hakemler görmedi. Yayıncı kuruluş görmedi o eli.. Basın merkezine uğradım ertesi gün.. Tüm çekimleri izledim. Hiçbirinde görünmüyordu. İki gün sonra duyduk.. Bir kamera görüntüsü bulunmuş nerdense artık. Koştum video odasına, baktım.. Maradona'nın havadan gelen topu İngiliz kalecisinden elle kurtarıp önüne indirdiği görülüyordu.
Doğru Sinyor'a koştum..
"Yahu kahin misin?. Yayıncı kuruluşun üç günde bulduğu görüntüyü, anında, hem de oturduğumuz yerden futbolcular karınca gibi görünürken, nasıl fark ettin?."
"Farketmedim" dedi.. "Futbol oynasan sen de anlardın. O top o açı ile gelirken, ancak elle oynanırsa öyle düşer. Görmüş kadar oldum yani.."
Düşünmedi bile..
"Ben göreceğim ya!."
Bir gün Münih'te dolaşıyorum.. Baktım devasa bir ayakkabı mağazası.. Boydan boya da neonla adı yazılı dükkanın..
"BARTU"
"Ulan burda da mı Sinyor" diye daldım içeri.. Patronu buldum.. "Bu Bartu adı nerden geliyor" dedim. Adam Macar asıllı imiş. Bartu da Macarca bir lafmış..
"Neden sordunuz" dedi.. Sinyoru anlattım..
Adam bana "Madem Can Bartu'nun arkadaşınız, size bir ayakkabı hediye edeceğim. Seçin" dedi.
"Nasıl yani" dedim.. "Siz Can Bartu'yu tanıyor musunuz?."
"Hayır" dedi, adam ama "Bartu adına bakıp içeri dalan o kadar çok Türk'e o kadar çok ayakkabı sattım ve para kazandım ki, bu da teşekkürüm olsun.."
Yukarlarda bir yerlerde, seni şimdiden özlediğimi görüyor ve biliyorsun değil mi?.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- En güzel manzara... İnsan!.. (23.11.2022)
- Türk ve Norveç Halk Müziği’nde ortak noktalar!.. (24.04.2022)
- Bugün için yazmak içimden gelmedi, inanın!.. (23.04.2022)
- Domenec Torrent, hoca moca değil!.. (22.04.2022)
- Pitbull dehşeti ve verilen komik ceza!.. (21.04.2022)
- Bravo Yıldız!.. Bravo Mevlüt!.. Önce ‘İnsan’, önce ‘Çocuklar’ çünkü... (20.04.2022)
- Ne mutlu bana Erol, sana değil, bana! (19.04.2022)
- Muhteşem Çeşme Projesi ve istemezükçüler!.. (17.04.2022)
- Bir muhteşem okul... Bir muhteşem sergi... (16.04.2022)
- “Türkiye’nin ne güzel yolları var” turu!.. (15.04.2022)