HINCAL ULUÇ

Sanat ve siyaset!.

Pazartesi Süreyya Operası yerine, Caddebostan Kültür Merkezi'ne gittim. Dostoyevski'nin "Timsahın Yuttuğu Adam" adlı kısa öyküsünden, Haldun Taner'in oyunlaştırdığı ve 1961 yılında bir kez Ankara Radyosu'nda temsil edilen "Timsah" adlı oyun vardı.
Taa Gelişim Yayınları zamanından dostum, yazar ve sanatçı Orhan Alkaya sahnelemişti. Bir ara Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği de yapmıştı, Orhan. Çok destek olmuştum o zaman. Sonraları pek görüşemez olmuştuk. Onu da görmek iyi olacaktı.
Gittim. Orhan, tamamen amatör bir ekiple çalışmış. Oyunu, aynen 1961'deki gibi bir "Radyo Tiyatrosu" gibi sahneye koymuş. Bir yanda efektleri hazırlayan, öte yanda müzikleri seslendiren sanatçılar. Ortada yan yan sıralı mikrofonlarda da, rolleri okuyarak canlandıran, hepsi bilim, hepsi tıp adamı, öğretim üyesi amatörler..
Her şey sonuna dek iyi gitti de, salon sanatçıları alkışlarken, nerden çıktığı belli olmayan bir delikanlı, ortalığı miting alanına çeviriverdi.
Sanatın siyasete alet edilmesine hep kızarım.. Hiciv güzeldir. O güzelliği ile de kalır. Dostoyevski ve Haldun Taner mesajlarını her yerde ve her devir için geçerli vermişlerdi. Tamam..
Ama bu hoşluğu böyle bitirmek bana göre değil.. Ayrılırken ağzımın tadı kaçmıştı.
---------
15 yıl istiyorum Cumhuriyet Savcım!..
Yani bu işin şeyi çıktı.. Nesi mi?. Hani "B" ile başlar, üç harfli, dışkının argosu var ya... Aynen o'su!.
Herkese ama herkese ve de İstanbul'un en popüler sahil yoluna açık bir mekânda oturan bir küçük hanımın resmini çekmiş, Takvim ve Hürriyet Foto muhabirleri..
Vay sen misin çeken?.
Meğer o küçük hanım, mekân sahibinin manitasıymış. Resminin çekilmesini istemezmiş..
O paparazziler sayesinde adını duyuran, onlar sayesinde popüler olan, onların çektiği fotoğraflarla, ününe ün katıp milyonlar kazanan mekâncı hazret bir işaret vermiş.. İki koruma, muhabirlerin peşine düşmüş..
"Verin o fotoğrafları" demişler. Vermemiş tabii, bizim çocuklar, haklı olarak..
Bu defa tabanca çekip, çocukların beynine dayamışlar ve ikisinin de makinelerini alıp gitmişler..
Bakın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı..
İfade özgürlüğü, Anayasa, tehdit, falan filan demiyorum..
Ortada Türk Ceza Yasası'nın 148, 149 ve 150'nci maddelerinde yazılı "Nitelikli Gasp" suçu var..
"Nitelikli Gasp birden fazla kişinin, silahla, bir başkasına ait taşınır malı alıp gitmesi" diye tarif edilir yasada..
İki kişinin silah çekip, gazetecilerin beynine dayayarak fotoğraf makinelerini alıp gitmeleri, bu suçun tüm unsurlarını içerir.
Ayni maddeler, bu suçun cezasını da yazarlar..
"12 yıldan 15 yıla kadar hapis!."
Günümüzde, gazetecilere saldırmak, tehdit etmek, ellerinden mesleki aletlerini almak moda oldu.
O gazeteciler sayesinde üne kavuştuklarını unutan "Ünlü(!)"ler, anında eyleme geçiyorlar.. Çünkü ne yapsalar yanlarına kâr kalacağını biliyorlar..
Bugüne dek, takibe uğrayan tek kişi oldu mu?.
Ama bu defa ipin ucu kaçtı. İşin işine tabanca çekmek de girdi..
O gazeteci kardeşlerim dava açarlar mı bilmem?. İşin içine kim bilir kimler girer, dava açmamaları, açtılarsa geri almaları da istenir.
Ama silahlı gasp kamu suçudur Sayın Savcım. Yani dava açmak, öncelikle size düşer..
Bu davayı açmanız, her biri için 12-15 yıl hapis istemeniz gerekiyor.
"Gidin o makineleri alıp gelin" emri verenin durumu da ayrı tabii.
Gözünün üstünde kaşı olan gazetecilerin her ihtimale karşı göz altına alındığı günlerde, bu "Tabancalı zorbalar" ellerini kollarını sallayıp gezecekler, ordan geçerken içeri dikkatli bakanlara da silah gösterecekler mi?.
Gelişmeleri yakından izleyeceğim, İstanbul Cumhuriyet Başsavcım!.
Meslek adınızın önünde niçin "Cumhuriyet" yazdığını sakın unutmayın!.
----------
Tebessüm
Jimmy Fallon Babalar Günü dolayısıyla izleyicilerinden "Babalarından duydukları en komik laflar"ı istedi. İşte onlardan biri..
"Bak oğlum!. Artık sabırlı olmayı öğrenme zamanın geldi. Hemen, şimdi!."
--------
İnsanlar Yaşadıkça, böyle mi olacak?.
Siyah Beyaz resim, 1950'li yıllarda dünyayı birbirine katmıştı. Benim hayatta en sevdiğim üç filmden biri olan İnsanlar Yaşadıkça'nın bir sahnesinde Burt Lancester'in, Deborah Kerr'i böyle ıslak ıslak öpmesi müthiş tartışmalara yol açmış, filmin yasaklanmasını bile isteyenler çıkmıştı. O derece seksi, erotik bulunmuştu poz. O devir için nerdeyse porno..
Renkli resim bu yıl.. Hemen hemen ayni pozu verenler, Galatasaray kalecisi Muslera ile sevgilisi.. Öpüşme kumsalındaki elle yazılmış İngilizce laf "Biz hamileyiz" demek..
Şimdi, sadece görüntüsü değil, konusu da çok "Özel" bu fotoğrafı medya Muslera'nın sosyal medya hesabından aldı.
Yani bu zamanında dünyayı sallayan erotik pozu aynen tekrarlayan Muslera, bir de kendi eliyle dünyaya dağıttı. Paparazziler falan değil.
Ayni Muslera, tekne tatilini bitirip Marmaris marinasına demirlerken, resimlerini çeken foto muhabirleri ile nerdeyse yumruklaştı.
Şimdi nedir bu rezilliğin sebebi?.
Gazeteci dövmek moda mı memlekette?.
Gizli değil, kaçak değil, halka açık bir Marina'da ünlü birinin dönüş resmi, haberdir, tamam mı!.
Özel mözel değil. Hem öylesi resimleri, o çok özel yazı ile hem de, kendi yayan Muslera'nın artık ne özeli olur ki, saklayacak ve önlemek için gazeteciye saldırtacak?.
Bunun adı Küstahlık değilse, biri bana anlatır mı, "Küstahlık" nedir?.
Kimsin be sen?.
---------
Beni affet Sevgili Semiha!.
"Doğduğumda bir soyadım vardı. Ben ona bir ad ekledim" der, gelmiş geçmiş en büyük sanatçılardan Sarah Bernhardt!.
Benim için de Semiha, odur.. Soyadına ihtiyaç göstermez.. Semiha Berksoy.. Ona yetiştim. Dost olacak kadar yetiştim. Ne mutlu..
Kızı, o da büyük sanatçı Zeliha, yakın arkadaşım oldu. Vefalı Zeliha, annesi adına bir vakıf kurdu, genç sanatçılara destek olmak için..
"Semiha Opera Ödülleri"ni başlattı.
Pazartesi gecesi, o ödüllerin 10. Yılı'ydı. Yakın dostum Prof. Mesut İktu'nun sms ile yolladığı Ödül Gecesi programını, Ankara'dan dönerken yolda aldım.
Okuyunca da öfkelendim. Hemen tüm ödüllü gençler gibi, bunlar da ayni hatayı yapmışlar. Karşılarında onları böyle bir gecede yalnız bırakmak istemeyen eşleri ve dostlarını, "Semiha Ödülleri Jürisi" sanıp, ses güçlerini ortaya koyan, kimsenin bilmediği, duymadığı en zor parçaları seçmişlerdi. Operayı 65 yıldır izleyen benim bile zor dinleyeceğim parçalar.. "Aman opera benden uzak dursun" dedirtecek şarkılar..
İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin başında iken bu ülkeye Folklorama ve Ağır Roman gibi, bu ülkenin öz yapıtlarını kazandıran Mesut Hocama yolda cevap yazdım.
"Bu gençlere Opera'yı sevdirmeyi öğreteceksin. Atatürk'ün 1931 Meclis Açış Nutkunu öğreteceksin. Othello değil, Sarı Gelin söylerlerse halka inerler, çok sesli müziği sevdirirler ve ancak o zaman, onları alıp Opera Katına çıkarırlar. Onu öğreteceksin. Salonda Ödül Jürisi değil, halk var. Onların bir daha gelmelerini sağlayacak, operanın "Öcü" değil, o halkın içi olduğunu anlatacak şarkılar seçmelerini sağlayacaksın. Operayı "Öcü" yapan bu gösteriş kafaları değil mi?. Bana, halka değil, birbirlerine söyleyen bu züppe kafalar.
Pazartesi gelmeyeceğim. Bu mesajı o gençlere okumanı istiyorum. Belki anlarlar.."
Ne yazık ki, operanın ve klasik müziğin büyük bir bölümünde kafa bu, bizde.. Kendilerini ayrıcalıklı sanıyor ve geniş halk kitleleriyle bir arada olmaktan hoşlanmıyorlar. "Popüler" olmaktan ödleri patlıyor.. Popüler, "Halkın sevdiği" demek ya!. Onlar ille ayrılmalı..
Yahu ben, 1955'te operayı Türkçe izlemeye başladım. Nâzım Hikmet dahil, zamanın en ünlüleri, en yetkin müzik adamları Türkçe sözler yazarlardı operalara..
Carmen'i, Rigoletto'yu, Hoffman'ın Masalları'na dek aklınıza ne gelirse, Türkçe dinledim. "La donna mobile" demezdi o zaman kont.. "Kadın dönektir" derdi.
Sonra "Orijinal dilinde" opera devrine geçtik. Öyle de gitti. Zaman zaman "Yahu elimizde Türkçe metinler var. Yılda bir tane Türkçe opera oynasanız da, birkaç izleyici daha kazansanız" diyecek oldum, bana nasıl küçümser baktı o operacıların hemen hepsi, hatırlarım.
Kültür Bakanımız Nabi Hocam bu konuya el atmalı.. Anadolu'ya yayılmış operalarımıza her sezon bir yerli ya da Türkçe opera söylemeleri talimatını vermeli.. Bu yerli bestecilere teşvik de olur. Çağdaş Türk Operaları ortaya çıkar..
Ali Baba, Karacaoğlan, Hekimoğlu fena mı oldu?.
Türkçe Carmen, Türkçe Rigoletto da iyi olur.
Çok seslendirilmiş Türküler ve stilize edilmiş halk oyunlarıyla Mesut İktu Hocamın döneminde başlayan Folklorama kaç yıl oynadı, kaç kente turne yaptı?. Kaç bin kişiye "Opera öcü değil, güzellikmiş meğer" dedirtti?.
Yapmayın, etmeyin!.
--------
Sevdiğim Laflar
"Olmadı diye sızlandığın duaya; gün gelir olmadı diye şükredersin." Tebrizi
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.