Bursa'dan İstanbul'a dönüyorum...
Yakıt almak lazım.
Otoyolun üzerinde, Orhangazi yakınlarındaki mola ve petrol istasyonu tesisine giriyorum...
Aman Allah'ım...
O da ne!
Yakıt pompalarının önünde hem araç hem de insan izdihamı var...
Gözüme kestirdiğim pompaya uzak bir noktada kuyruğa girip etrafı gözlemlemeye başlıyorum.
***
Tatil dönüşü kalabalığı belli.
Ege'den telaşlı, tasalı, neredeyse mutsuz dönüyorlar.
Son bir alışveriş çılgınlığıyla içlerindeki sıkıntıyı uzaklaştıracaklarına inanıyorlar sanki...
Arabasından çıkan içeridekilere soruyor:
"Ne alayım? Gofret? Tamam! Meyve suyu? Tamam! Kahve? Tamam!" Çocukları da tutmak zor; sanki cesaret
bulsalar oradan eve koşarak gidecek gibiler.
Babalarından her şeyi istiyorlar, yakıt istasyonunun mağazasında ne varsa hepsini...
***
Mağazaya girsem mi acaba?
Ödeme kredi kartıyla olacak, kaçış var mı?
Ama kasa kuyruğu feci; herkesin kucağında enerji içecekleri; istatistikler
doğruyu söylüyor demek ki, uçaklarda
domates suyu, benzincide enerji içeceği...
Elindeki enerji içeceğini son model telefon gibi tutan bir genç kız geçiyor yanımdan...
Diğerleri
bilmediğim bir kıtlıktan delirerek çıkmış gibiler...
Şimdi bazı gazeteci arkadaşlarımız hiç sektirmez, "Bu manzara Türkiye'nin övüncü, ekonomik refahının resmidir" falan diye üzerine atlarlar, oralara girmeyeyim.
Ama yüzlere yapışmış
huzursuzluk, tatmin etmemiş tatilin yorgunluğu ve anlamını kaybetmiş hiperaktivite o
kadar belirgin ki...
***
Geri dönüyorum...
Arabaya oturup cüzdanımdaki nakde bakıyorum; bir de kasa kuyruğunda beklemek olacak şey değil çünkü.
500 liram varmış...
Azıcık benzin demek bu ama idare eder eve kadar.
Pompacı kız geliyor.
Buradaki güler yüzlü tek kişi o...
500 liralık diyorum, paraları uzatırken...
Göz kırpar gibi bir ifadeyle gülüyor ve anında başka bir arabaya doğru sekerek uzaklaşıyor.
Çabuk doluyor depo...
Gaza bastığım gibi onyomani (aşırı tüketim manisi) ortamından uzaklaşıyorum.
O kasvetli ve sınıfsal "boşluk" duygusu on dakika sonra arkamda kalıyor; derin bir nefes alıyorum.
***
NOT DEFTERİ
"Ben"in çekip küçülmemesi için, anıları bir saksı çiçeğini sular gibi sulamak gerekiyor ve bu sulama işi, geçmişin tanıkları ile yani dostlar ile sürekli temas halinde kalmayı zorunlu kılıyor. (MILAN KUNDERA / Kimlik)