Bir zamanlar pek modaydı...
Hâlâ öyle mi emin değilim.
2000'lerin başlarında ne zaman
"erkek olma"nın temel özelliklerinden bahis açılsa...
Okumuş erkekler hemen şu söze başvuruyorlardı:
"Erkek avcıdır!"
Bak sen!
Bunu söylerken hem bilimsel görünüyorlardı hem de
gündelik hayat zevzekliklerini meşrulaştırabiliyorlardı.
"Erkek ava gider, kadın bekler. Dünyada insan hayatı böyle başladı" diye sürer giderdi sohbetler.
Bunların yerini galiba
"Erkeklik bitiyor mu?" tedirginliği aldı...
Artık antropologların cilalı tezleri değil, Shanna Swan gibi epidemiyologların iddiaları ortalığı sarıyor:
"Böyle giderse erkekler, yeryüzündeki hayatı sürdüremeyecekler. Batılı erkeklerin sperm sayısı 40 yıl içinde yarı yarıya azaldı."
***
Benim zihnim ise hep
işin kültürel yanına; erkekliğin modern hayatla kavgası ve yenilgisine takılı kaldı...
Daha çocukken içimizi yakan
"serüvencilik" ateşimize,
"kahraman" olma arzumuza ne oldu mesela?
Zayıfları ve muhtaçları koruyup kollamayı öğrenmiştik hani, unuttuk mu?
Kapısının önüne 4x4 çeken adamların hâlini serüvencilik sayacak kadar şapşallaştık mı?
Mahallede boş boş dayılanmayı zayıfları korumak sanan adamlarla nereye kadar?
Hani çocukken kızları kurtarıyorduk...
Kızları bizim elimizden kim kurtaracak noktasına nasıl geliverdik?
İşte bunu hiç düşünmemiştik!
***
Epey zaman önce bir Hıristiyan ilahiyatçı John Eldredge'in
"Özgür Yürek" adlı kitabını okuyup köşemde yazmıştım.
Yine onu hatırladım...
Erkeklerin içinde çocukluk ve ergenlikte serpilen "kahramanın serüveni" tutkusunun yetişkinlikte kaybolmasını vahim bir hadise olarak görüyor ve şöyle diyordu Eldredge:
"Bugün birçok erkek sanki dünyaya zaman öldürmek için geldiğini düşünüyor ve bu durum onu öldürüyor."
***
Kahramanların yerini artık sefil kavgacılar aldı.
Ekmek kuyruğunda kavgaya tutuşan açlar gibi birbirleriyle iktidar yarıştıran erkekler birer birer
yenilip düşüyor!
Zalim bir kavga çünkü...
Erkek değil, bir
"ek" olma huzursuzluğu...
Sözünü dik tutsan, özünü eğiyor; kimliğini şişirsen, gövdeni söndürüyor.