"Haset kendini mahvetmek mi istiyor?
Bırak doyursun açlığını."
***
"Acı çekmek ile bilgi arasına mesafe koyduğu için
Şükrediyorum Allah'a.
Hekimin bildiği hastalığı bilseydi
Umudunu kaybederdi hasta."
***
"Pazar pazar, ne oldu sana?" diye geçireceksiniz içinizden şimdi, biliyorum.
Yok bir şey!..
Goethe'nin Doğu-Batı Divanı'nı karıştırıyorum iki üç gündür.
Yukarıdaki beyitler de oradan;
"Hikmetname" bölümünden.
***
Hafta içinde günümüz Almanya'sının ülkemizde karıştırdığı "haltlar"dan söz etmiştim, malum.
Lakin gönül konuyu öyle
orta yerde bırakmama izin vermedi!
Geçen yüzyıldan beri oradan oraya savrulan Alman devleti ile büyük
"Alman his ve düşünce geleneği"ni ayırmak gerekiyor.
Ayırmalıyım.
Neden mi?
Goethe'ye ara ara uğramadan olur mu hiç!
Hele her seferinde beni teselli eden
R.M. Rilke dizelerini nasıl unuturum...
Bizde okunmadan sevilen "hakiki" filozof
Heidegger'siz yapabilir miyiz?
Liste yapsam çok uzar; 19. yüzyılın
Heine'ından 20. yüzyılın
Günter Grass'ına kadar; buradaki yerim yetmez.
"Alman devletinden bana ne" diyebilirim ama bu adamlar olmadan olmaz!
***
Anlayacağınız...
Bazen siyasetin yorgunluğunu kapı dışarı etmek istiyorum ve elimin altında birkaç gündür
"Doğu-Batı Divanı" var.
Şunu da belirtmeliyim...
Goethe, Doğu-Batı Divanı'nı 70'inden sonra yayınladı.
Ancak Doğu'yla yakınlığı; özellikle de
Kuran'la tanışıklığı çok genç yaştadır.
1772'de Herder'e gönderdiği mektubunda şöyle yazmıştır:
"Musa'nın Kuran'da dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: 'Rabbim! Göğsümü genişlet!'" (Bkz. Taha Suresi)
Şimdi gelin, "Hikmetname"den devam edelim...
***
"Bu günden, bu geceden
Hiçbir şey isteme sen,
Dünün getirdiklerinden başka."
***
"Dünyaya ne katıyorsun? O zaten yapılmış.
Kâinatın efendisi her şeyi düşünmüş.
Senin kaderin belli, o tarzı sürdür,
Çıkmışsın bir kez yola, tamamla seyahatini."
***
"Bilge kişiler, bilgisizlerle tartışırken,
Bilgisizliğe düşerler."
***
"Sana etrafı göstereceksem,
Önce benimle çatıya çıkman gerek."