Böylesine bıçak sırtında çıkılan maçta, yedinci dakikada öne geçmek, çöl sıcağında buz gibi su bulmak gibi oldu. Neredeyse forvetsiz sahaya çıkıp, oyunu mücadele üstüne kurmak isteyen bir rakip karşısında rahatladılar, yeni bir hikayenin peşine düştüler. Ama anlatımı da, konusu da birbirinden kopuk, ne dediği, ya da ne demek istediği anlaşılamayan bir anlatım çıktı ortaya. Hedef sadece kazanmak olunca, kalan dakikaları tabelaya ve saate bakarak geçiren bir Fenerbahçe izlemeye başladık.
Aslında geçen haftaların sıkıntısını çekmeye devam ediyorlardı. Sakatların-eksiklerin üstüne, yenileri de eklenince, ortalık bilinmezler ile kaplandı. Sezon başından beri "muamma" anlarında ortaya çıkıp, sorumluluk alan Valbuena da 10. dakika dolmadan "sakatlar" arasına katıldı. En etkin bölümün, en önemli oyuncusu Isla da kulübeye gelmek zorunda kalınca, çalışılmış planların-setlerin de bir anlamı kalmadı. Kalan sürede bu kez "mücadele" etmesi gereken taraf Fenerbahçe oldu.
Koşan oyuncuları yöneten de olmalıydı. Giuliano topu isteyen, arayan bir oyuncu olsa da, format onun görevini iptal etti. Topu üçüncü bölgeye taşıdıklarında Janssen kendini pas istasyonu haline getirip, koridor açmaya çalıştı ama atak karakterinin en önemli unsuru olan iki kanat da işlemiyor, ortalardan veya kornerlerden de tehlike yaratılamıyordu. Zaten maçın ruhu "oynanacak" olmaktan çıkmıştı. Oyunun hikayesi de "tabelada galip yazsın" başlığına kavuşunca, Fenerbahçe, şampiyonluğa oynayan olmaktan çıkıp, "üç puana muhtaç takım" rolüne geçti.
Korkmaya veya korkaklığa bu kadar kolay alışmış bir kadronun, bu tarzıyla gole davetiye çıkarmaması mümkün değil. 3-1 öne geçtikleri Kayseri maçında da aynı şekilde puan kaybettiler, dün de kaderlerini böyle çizdiler. Öylesine sarsak ve güvensizler ki, giydikleri formanın bile anlamından uzaklar. Lig sonuncusu gelip; her topu kapıyor, her atağı olgunlaştırıyor, her ikili mücadeleden galip çıkıyorsa, sorunu çözemez, daha çoklarına da sahip olursun.
Valbuena çıktı, oyunu Ozan organize etti. Alın size; Fenerbahçe...