10. yüzyılın başlarında Gazneliler'in İran'da hâkimiyet kurmasından 20. yüzyılın başlarına kadar bazı dönemler haricinde bu ülkede hâkim olan unsur Türklerdi. İran'da Türk hâkimiyeti ilk olarak Gazneliler'le başladı. 1040'taki Dandanakan Muharebesi'nden sonra Büyük Selçuklular kısa sürede İran'ın büyük bir bölümünü ele geçirdiler. Büyük Selçuklular'dan sonra İran'da Türk atabeylikleri ve yine bir Türk devleti olan Harizmşahlar hüküm sürdüler. 13. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ise İran'da Moğol hâkimiyeti başladı. İlhanlı Devleti'nin 14. yüzyılın ortalarında sona ermesinden sonra Celayirli Devleti kuruldu.
Timur, 14. yüzyılın sonlarında İran'ı da ele geçirdi. Timurlu hâkimiyeti 15. yüzyılın ortalarında Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Karakoyunlu Türkleri tarafından sona erdirildi. Karakoyunlular'ın İran'daki hâkimiyetlerine de 1467'de Diyarbakır bölgesinde yaşayan Akkoyunlu Türkmenleri son verdi. Akkoyunlu Devleti de yine Anadolu'dan giden Türkmen aşiretleri tarafından sona erdirildi. 1501'de İran'da Safevi Devleti kuruldu.
1501'de Safevi Devleti'nin kurulması, İran tarihi için dönüm noktasıdır. Safevi Devleti'nden önce çoğunluğu Sünni olan İran, bu dönemde devlet eliyle Şiileştirildi. Türkiye'nin en önemli tarihçilerinden
Tufan Gündüz, Safeviler'le ilgili araştırmalarında bu süreci teferruatlı olarak anlatır.
Safevi askerleri.
ŞEYHLİKTEN ŞAHLIĞA
Türk kökenli bir hanedan olan Safevi adı, Erdebil tekkesinin şeyhi
Şeyh Safiyüddin'den gelir. Şafii mezhebinden olan
Şeyh Safiyüddin gençliğinde
Şeyh Zahid-i Gilanî'ye bağlanmış, Erdebil'de kurduğu tekke kısa sürede hürmet edilen bir yer olmuştu. 1334'te
Şeyh Safiyüddin'in ölümünden sonra tarikatın başına önce oğlu
Sadrüddin, daha sonra da torunu
Hoca Ali geçti.
Hoca Ali'nin Şiiliğe temayülü tarikatın mahiyetini değiştirdi.
Hoca Ali'den sonra tarikatın başına sırayla
Şeyh İbrahim ve
Şeyh Cüneyd geçti.
Şeyh Cüneyd, Erdebil'den uzaklaşmak zorunda kalınca Anadolu'ya ve Suriye'ye gidip Türkmenler arasında yeni müritler topladı. Akkoyunlu
Uzun Hasan Bey'in kız kardeşi
Hatice Begüm ile evlendi. Ancak siyasi bir güç olmaya kalkınca 1460'ta Şirvanşahlar ile yaptığı savaşta öldürüldü.
16. yüzyılda Tebriz.
Oğlu
Şeyh Haydar, Uzun Hasan'ın kızı
Alemşah Begüm ile evlendi. Müritlerinin sayısı iyice artan
Şeyh Haydar, tarikatın simgesi olarak onlara on iki dilimli kırmızı renkli başlıklar giydirdi.
Bir süre sonra
Şeyh Haydar da babası gibi siyasi güç sahibi olmak için harekete geçti. Ancak Akkoyunlular, 1488'de
Şeyh Haydar'ı öldürüp cesedini Tebriz'e getirerek halka teşhir etti.
Şeyh Haydar'ın oğulları
Ali, İbrahim ve henüz bebeklik çağında olan
İsmail'i anneleriyle birlikte hapsettiler.
Şeyh Haydar'ın müritleri
Şeyh Haydar'ın oğlu
Sultan Ali etrafında toplanmaya başlayınca,
Ali de babası gibi Akkoyunlular tarafından öldürüldü.
Şah İsmail, müritler tarafından Gilan'a kaçırılıp bu bölgede sekiz yıl saklandı.
Akkoyunlu şehzadeleri arasında taht kavgaları başlayınca, Türkmen aşiretlerinin reisleri
İsmail'i 13 yaşındayken ortaya çıkardılar.
İsmail, Erdebil'de umduğunu bulamayınca Anadolu'ya yöneldi. Türkmenler şeyhlerini büyük coşkuyla karşıladılar. Avşar, Çepni, Ustacalu, Dulkadir, Rumlu, Şamlu ve Tekelü Türkmenleri etrafında toplandılar.
Şah İsmail Türkmenlerin desteği sayesinde önce Şirvanşahlar'ı, ardından da 1501'de Akkoyunlu hükümdarı
Elvend'i mağlup ederek Safevi Devleti'ni kurdu.
Şah İsmail
Şİİ OLMAYANLAR ÖLDÜRÜLDÜ
Safevi Devleti kurulduğu yıllarda İran'ın büyük bölümü Sünni idi. Ancak
Şah İsmail, İran'da Oniki İmam Şiası'nı hâkim kılmak için kararlı bir siyaset izledi. Şiilik İran'ın resmi mezhebi hâline geldi ve devlet eliyle hızlı bir Şiileştirme politikası takip edildi. Devlet adamları,
"Tebriz halkının çoğunluğu Sünni, Şiiliği kabul ettiremeyiz" deyince
Şah İsmail, "Ben bu yola baş koydum, ben bu yoldan dönmezem. Ya Şii olurlar ya da kılıcımın tadını tadarlar" demişti.
İran'da Şii fıkhını bilen ulemanın azlığı yüzünden, Cebel Amul, Kûfe, Lübnan ve Bahreyn'de bulunan Şii ulema İran'a çağrıldı. Şii ezanı tesis edildi, hutbelerde ilk üç halifeye ve
Hz. Aişe'ye lanet okunması gelenek hâline geldi.
Tebriz meydanında toplanan halka önce Şii fıkhı anlatılıyor, daha sonra din adamlarının nezaretinde topluca mezhep değiştirtiliyordu. Şiiliğe geçmeyen bölgelerde katliamlar yapıldı. Bağdat, Yezd ve Horasan gibi yerlerde kadın çocuk denilmeden on binlerce insan öldürüldü. İzlenen siyaset sonucunda Türkmenlerin ve İran'daki diğer halkların dini anlayışında köklü değişiklikler meydana geldi.
İran gözüyle Çaldıran Savaşı.
YAVUZ'A MAĞLUP OLDU
Şii metinleri Arapça'dan Farsça'ya tercüme edildi. Sünniliğe reddiye risaleleri yazıldı.
Şeyh Bahaüddin-i Amulî, Sadreddin-i Şirazî, Molla Abdürrezzak-ı Lahicî gibi pek çok fakih yetişti.
Safeviler, devlet teşkilatında İlhanlı ve Akkoyunlu geleneğini devam ettirmekle birlikte eski İran devlet anlayışını da canlandırdılar.
Şah İsmail, İslam öncesi dönemlerde olduğu gibi hem dini hem de siyasi otoriteyi temsil eden bir hükümdardı. Safevi hükümdarı,
"Zillullah-ı Fî'larz", "Naib-i İmam Mehdi" (İmam Gaib) gibi unvanlar taşıyordu.
Birçok zafer kazanan
Şah İsmail, 1514'te Çaldıran
Savaşı'nda
Yavuz karşısında
mağlup oldu. Bu savaştan
sonra 23 Mayıs 1524'te ölümüne
kadar sakin bir hayat sürdü.
Makbule Hanım'ın Ankara'daki kabri.
KIZ KARDEŞİNİN GÖZÜNDEN BİR 'AĞABEY' OLARAK ATATÜRK
Murat
Bardakçı, Cumhuriyet tarihiyle ilgili belgelere dayanan önemli yayınlarına devam ediyor. Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım hakkında ufak tefek bilgilerden başka malumatımız yoktu. Makbule Hanım'a o kadar az ilgi gösterilmiş ki, Ankara'da Cebeci Asri Mezarlığı'ndaki kabrinin üzerinde bulunan mezartaşındaki doğum tarihi bile yanlış yazılmış ve öyle kalmış.
Bardakçı, Cumhurbaşkanlığı Arşivi başta olmak üzere birçok arşiv ve kütüphanede yaptığı titiz araştırması sonucunda Makbule Hanım'ın bilinmeyen hayatıyla ilgili önemli bir eser yayınladı. Turkuvaz Yayınları arasında çıkan "Makbule, Atatürk'ün Kızkardeşi Makbule Atadan'ın Hayatı, Mektupları ve Yayınlanmamış Hatıraları" isimli eser, Makbule Hanım ile eşi Mecdi Boysan'ın belgelere dayanan hüzünlü hikâyesi. Bu kitap aynı zamanda Atatürk'ün insani yönünü gözler önüne seriyor. Devlet kurucusu ve milli kahraman olarak tanıdığımız Atatürk'ün aile hayatını, ailesiyle ilişkilerini, yakın çevresini anlatıyor. Bütün bunları kız kardeşinin ifadelerinden okuyacaksınız.
Eserin en önemli kaynaklarından biri Makbule Hanım'ın şimdiye kadar yayınlanmamış ve birçok bilinmeyenleri anlattığı hatıraları. Bir diğer önemli kaynak ise Atatürk'ün pek bilinmeyen eniştesinin, yani Makbule Hanım'ın kocası Mustafa Mecdi Boysan'ın Atatürk'e ve karısına yazdığı mektuplar ve diğer evrakıdır.
Atatürk hayatı boyunca Makbule Hanım'a bakmış, ihtiyaçlarını karşılamış, gözetip kollamıştı. Ama Atatürk'ün ölümünden sora Makbule Hanım maddi sıkıntıya düştü ve vatani hizmet aylığı bağlanması için devlete müracaat etti. 18 Ocak 1956'da vefat edene kadar, kendisine bağlanan "1000 liralık" aylıkla geçindi. Son günlerini yakalandığı rahim kanseri sebebiyle Ankara'daki Gülhane Askeri Hastanesi'nde geçirdi. Bütün masraflarını zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar karşıladı.
Murat Bardakçı'nın belgelere dayanan bu kitabı sadece laftan ibaret yayın yapanlara ders teşkil etmelidir. Atatürk'ün insani yönünü merak edenlerin bu kitabı mutlaka okuması gerekir.