Osmanlı sultanları, ilk dönemlerden itibaren âlimlere hürmet ettiler. Padişahın huzurunda yapılan bilimsel müzakereler özellikle Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren arttı. Âlimler, padişahlara ve diğer hanedan mensuplarına dersler verirlerdi. 18. yüzyılın ortalarında "huzur dersleri" adıyla anılan tefsir müzakereleri başlamadan önce de âlimler, padişahın huzurunda tefsir dersleri yaparlardı. IV. Mehmed'in (1648- 1687) huzurunda tefsir dersleri yapılmıştı.
III. Ahmed'in sadrazamlarından Nevşehirli İbrahim Paşa, 1724 yılından itibaren bazı ramazan aylarında devrin önde gelen âlimlerini sarayında toplayarak bazı ayetlerin tefsirlerini yaptırttı. Sadrazamın huzurunda yapıldığı için kaynaklarda bu toplantılar için "Huzur-ı Asâfî Dersleri" denildi.
Nisan 1728'deki toplantıların birine katılan III. Ahmed, yanında 1757'de tahta çıkacak olan Şehzade Mustafa'yı da götürdü. III. Mustafa tahta çıktıktan sonra bir fermanla 1759 Ramazanı'nda sistemli bir şekilde huzur dersleri adı altındaki ilmi toplantıları başlattı. Huzur dersleriyle ilgili Ebül'ulâ Mardin, Mehmet İpşirli, Fikret Sarıcaoğlu ve Ömer Kara'nın çalışmaları vardır.

Hüseyin Avni Lifij'in huzur dersi konulu tablosu.
126 ÂLİM TESPİT EDİLDİ
Bu ilmi toplantılarında anlatımı yapana "mukarrir", müzakereci olanlara ise "talip" ve "muhatap" denilirdi. Önceleri bir mukarrir ile beş müzakerecinin bulunduğu huzur derslerinde süreç içerisinde müzakereci sayısı değişiklik gösterdi. Mesela, 1767'nin Ramazan ayında huzur dersleri için 126 âlim belirlenmiş, bu âlimler için her biri farklı günde olacak şekilde 19 meclis planlanmıştı.
Âlimler içerisinde en kıdemli ve liyakat sahibi olanlar mukarrir tayin edilmişti. 1775'in Ramazan ayında I. Abdülhamid'in huzur dersleri için şeyhülislamın görüşüyle 70 âlim seçilmişti.
1786'dan itibaren ramazan ayındaki huzur derslerinin sayısının 8 olarak belirlendiği, bu toplantılardan sonra genellikle mukarrirlerin katıldığı meclisle huzur derslerinin o yıl için bittiği anlaşılmaktadır.
Bu toplantılar, mukarrir olarak seçilen âlimin bir ayet okuması ve bunu tefsir etmesiyle başlardı. Daha sonra mecliste bulunan muhataplar mukarrire sorular yöneltir, gerekli gördükleri hâllerde itirazda bulunurlardı. Bunun üzerine mukarrir, gelen sorulara ve itirazlara cevap vererek meclisteki müzakereler devam ederdi.
Dersler genellikle Kadı Beyzâvî tefsirinden icra edilirdi. Ders, mukarririn duası ile sonlanırdı. Mukarrir ve muhatap sıfatıyla huzur derslerine katılanlara, duadan sonra nakdi, bohça ve hususi olmak üzere miktarları zamanla değişen ihsanlarda bulunulurdu.

Ulema
SAVAŞ ZAMANI FETİH SURESİ
Huzur derslerinde tefsir edilecek sure ve ayetler şeyhülislamlığa bildirilir, 15 Şaban'da muhataplara tefsir için hazırlık yapmaları çağrısında bulunulurdu. Mukarrir ve muhatapların huzur derslerinden önce bir araya gelerek seçilen sure ve ayetler üzerine müzakerede bulunamazlardı. Dersin yapılacağı gün aleni olarak seçilen sure ve âyetlerin tefsiri yapılabilirdi.
Devrin kaynaklarından anlaşıldığı kadarıyla huzur derslerinde sure ve ayetlerin tefsiri oldukça yavaş ilerlerdi. Mesela, İsrâ Suresi'nin tefsirine 1775'in Ramazan ayında başlanmış, 1778'in ramazanına kadar devam etmişti. Yine 1791'in ramazan ayında tefsirine başlanan Bakara Suresi'nin 1796'da ancak ilk 30 ayeti bitirilebilmişti.
Huzur derslerinin yapılacağı yer bizzat padişah tarafından belirlenirdi. Mukarrir, padişahın sağ tarafında, muhataplar da mukarririn yanında yarım daire şeklinde otururlardı. Huzur derslerine dinleyici olarak katılacakların isimlerinin padişahın onayından geçmesi gerekiyordu. 19. yüzyılda huzur dersleriyle ilgili bazı teamüller de oluşmuştu.
Mukarrir ve muhatapların İstanbul'da ikamet etmesi, ancak resmi bir vazifesi olmaması gerekiyordu. Tayinler ise şeyhülislamın teklifiyle padişah tarafından yapılıyordu. Herhangi bir sebepten dolayı İstanbul'dan ayrılması gereken huzur dersi âlimleri, ramazan ayı olmasa bile şeyhülislamdan izin alıyorlardı.
Huzur derslerinin muhtevasına, yakın zamanda yaşanan gelişmeler etki ediyordu. I. Abdühamid döneminde (1774-1789) savaşların cereyan ettiği zamanlarda yoğun olarak "Fetih Suresi"nin tefsiri yapılmıştı. 1835 Ramazan'ında icra edilecek derslerin gaza ve cihadı teşvik eden mahiyette olması, padişahın zihnini yormayacak şekilde sade olması için şeyhülislamdan talepte bulunulmuştu.

III. Mustafa
DERSLER 164 YIL SÜRDÜ
Sultan Abdülaziz devrinde huzur dersleri Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'nda icra edildi. II. Abdülhamid devrinde ise Yıldız Sarayı'daki Çit Kasrı'nda yapıldı. Dersler ramazan boyunca haftada iki gün olacak şekilde ayarlandı. Her dersin mukarriri ve muhatapları farklı âlimlerden olurdu. Ders sonunda ise mutat üzere âlimlere atiyye, cübbe ve şal verilirdi.
Daha sonraki padişahlar devrinde huzur dersleri tekrar Dolmabahçe Sarayı'nda icra edilmeye başlandı. Son huzur dersi 1923'ün Ramazan'ında yapıldı. Böylece 164 yıl boyunca bazı istisnalar dışında her ramazan ayında icra edilen huzur dersleri de tarihe karıştı.

Huzur dersleriyle ilgili bir belge.
HUZUR DERSİNDE HÜRMETSİZLİK EDİNCE SÜRGÜNE GÖNDERİLDİ
Huzur dersleri, bazen haddini aşan âlimlere de sahne olmuştu. Bu türden bir kavgaya, Tarihçi Şem'dânîzâde Fındıklılı Süleyman Efendi eserinde "Huzûr-ı hümâyûnda, ders takririnde kavga" başlığıyla yer vermişti. 1763'ün Ramazan ayında icra edilen huzur derslerinin birinde Tatar Ali Efendi ile Abdülmümin Efendi'nin tefsir konusundaki anlaşmazlıkları bir süre sonra münakaşa dönüştü. Padişah huzurunda sözleriyle hürmetsizlik eden Ali Efendi sürgüne gönderildi, bir sene sonra ancak affedildi. Yine 1801'in Ramazan ayındaki huzur dersleri sırasında muhatapların mukarrire gereksiz itirazları yüzünden uygunsuz bir tartışma başladı. Bunun üzerine III. Selim huzur dersini yarıda kesip muhataplardan Kastamonulu Ömer Efendi, Dağıstanlı Abdurrahman Efendi ve Ahıskalı Ali Efendi'nin haksız olduğunu, dolayısıyla muhataplık makamından çıkarılmasını şeyhülislama bildirdi.
Amacının dışına çıkan bir huzur dersi de II. Mahmud devrinde oldu. Mecliste muhatap sıfatıyla bulunan Kethüdâzâde Ârif Efendi, ayetler okunarak derse başlandıktan sonraki gelişmeleri şu şekilde aktarır: "...Yeni teşkil olunan nizam askerinin muharebelerde sabır, sebatı ve Allah'a kalben bağlılık, som taştan sağlam bina gibi cesur durmaları üzerine ders yürütüleceği sırada hocaefendiler âyetteki 'vav' atıfe mi hâliye midir gibi mecliste iktiza etmeyen bahislere giriştiler, Sultan Mahmud'un canı sıkıldı."