İslamiyet'te müstesna bir yere sahip olan "ramazan", Kuran'da adı geçen tek aydır. Bu ayı diğerlerinden ayıran en önemli ibadetlerden biri de hadislerde "kıyamü şehri Ramazan" (Ramazan ayının namazı) olarak anılan teravih namazıdır.
"Teravih" kelimesi, dinlenme ve soluklanma anlamına gelir; yatsı namazını müteakip cemaatle eda edilen 20 rekâtlık nafile bir ibadettir. Osmanlı döneminde ramazan için Ertuğrul Yıldırım'ın "Arşiv Belgelerinden Hareketle 18.
Yüzyıl İstanbul'unda Ramazan" isimli tezine bakılabilir.
Sultanahmet Camii'nde namaz.
RAMAZAN İBADETİ: TERAVİH
Osmanlı döneminde ramazan hilalinin görülmesiyle birlikte camilerin kandilleri yakılarak bu mübarek ayın gelişi halka ilan edilir ve o gece ilk teravih namazı kılınırdı.
Ramazanın ilanından önce camilere teravih namazı için hususi imamlar, aşırhanlar, müezzinler tayin edilirdi. Büyük cami ve mescitlerde cemaatle kılınan teravih namazlarında, her dört rekâtın ardından İhlas Suresi, salavat-ı şerife yahut ilahiler okunurdu.
İmam ve müezzinler, belirli rekâtlarda "Eviç" ve "Acem" makamlarında okuyarak tekbir getirirdi. Hatimle teravih namazı kılınan camiler halka ilan edilirdi. Padişahlar genellikle vakit namazlarını saray camisinde kılarlardı, ancak teravih namazlarını selatin camilerinin birinde kılmayı tercih ederlerdi.
Üç ayların başlangıcıyla birlikte medrese talebelerinden üst sınıflar, kasaba ve köylere giderek din hizmetleri sunar, halkın sorularını cevaplar ve çocukların eğitimine destek olurlardı. "Cerre çıkmak" olarak adlandırılan bu geleneğe göre, talebeler gittikleri yerlerde camilerde vaazlar verir ve teravih namazını kıldırırlardı. Namazdan sonra ise taşrada halkın büyük ilgi gösterdiği "Muhammediyye, Ahmediyye ve Envarü'l-Aşıkîn" gibi eserleri okuyarak sohbetler düzenlerlerdi.
Şehzadebaşı Camii
CAMİ ÖNÜNDE KAVGA
Osmanlı arşivindeki belgeler, teravih namazının hızlı kıldırılmasına yönelik olayların geçmişte de yaşandığını gösteriyor.
Günümüz basınında "jet imam" başlığıyla yer bulan durumun benzeri, 4 Şubat 1898'de Şehzade Camii'nde yaşandı. Teravih namazını hızlı kıldıran İmam Hafız Tevfik Efendi'ye caminin önünde cemaat, biraz yavaş kıldırmasının daha iyi olacağını söyledi. Bu sırada Asâkir-i Şahane binbaşılarından biri, imamı tekrar ikaz etti. Ancak imamın münasebetsiz sözlerle karşılık vermesi üzerine binbaşı öfkelenerek imamı tokatladı, ardından imamın boğazına sarıldığı sırada cemaat araya girerek tarafları ayırdı.
Malik Aksel, "İstanbul'un Ortası" adlı eserinde bu olaya değinerek, Şehzade (Şehzadebaşı) Camii İmamı Hafız Tevfik Efendi'nin teravih namazını olağanüstü bir hızla kıldırdığını ve bunun sebebinin, cemaati tiyatroya yetiştirmek isteği olabileceğini söylüyor. Aksel'e göre imam, daha rükûya varmadan secdeye geçer ve namazı 20 dakikada tamamlardı.
İmamların teravih namazlarını hızlı kıldırmaları, zaman zaman fıkralara bile konu oldu. Keçecizade İzzet Molla'ya atfedilen bir fıkrada, hızlı namaz kıldıran bir imama denk gelen İzzet Molla, namazın yarısına doğru sonradan cemaate yetişmeye çalışan birinin, "Yetişemedim" diye söylenmesi üzerine gülümseyerek şu esprili cevabı vermişti: "Birader, biz namazın içindeyken yetişemiyoruz, sen dışarıdan nasıl yetişeceksin?" Namazın hızlı kıldırılmasından şikâyet edenler olduğu gibi, bazen de çok yavaş kıldırılmasından rahatsızlık duyanlar olmuştu. Nitekim, Ebussuud Efendi'ye yöneltilen fetvalardan biri, mahalle halkının "Eğer teravih namazını hızlı kıldırmazsan mescide gelmeyiz" şeklinde bir talepte bulunması durumunda, imamın namazı daha hızlı kıldırmasının caiz olup olmadığına dairdir.
Yusuf Akçura hatıralarında, bir gece teravih namazına katıldığında, Buhara'da dini ilimler tahsil etmiş bir gencin hatimle teravih kıldırmasına denk geldiğini anlatır. Namazın oldukça uzun sürdüğünü ve iftarda az yemek yediği için çok acıktığını dile getiren Akçura, bu deneyimin ardından bir daha teravihe gitmediğini söyler.
Namazın nasıl kılındığını gösteren bir Batı resmi.
MÜEZZİNİ BIÇAKLADI
Müezzinlik gibi dini görevler, halk arasında ve cami cemaatinde saygınlık kazanmanın bir yoluydu. Hele ki söz konusu teravih namazı müezzinliği olunca, bu tür görevler daha da büyük bir önem kazanırdı. Bu durum, tarihe ilginç hadiselerin geçmesine de sebep oldu.
Sabah Gazetesi'nin 1 Şubat 1900 tarihli haberine göre, Trabzon'da Tofuloğlu Mustafa ile Melekoğlu Ali arasında teravih namazında müezzinliği kimin yapacağı konusunda bir tartışma yaşanmıştı. Namaz eda edildikten sonra da Ali, belinde taşıdığı saldırma bıçağı ile Mustafa'yı sol kaburgasından ağır şekilde yaralamıştı.
NAMAZ SIRASINDA HIRSIZLIKLAR ARTTI
Osmanlı döneminde basında sıkça yer alan hadiselerden biri de ramazan-ı şerifin huzur ve maneviyatını paylaşmak yerine bunu suistimal eden bazı kişilerin, insanların ailece teravih namazına gitmesini fırsat bilerek evlerini soymasıydı. Basında bu tür hırsızlık vakalarındaki artışa dikkat çekilmiş ve yetkililerin tedbir alması gerektiğine dair birçok yazı kaleme alınmıştı.
Sabah Gazetesi'nin 1 Aralık 1904 tarihli haberine göre, Galata Emtia Dahiliye Gümrüğü Tahrirat Başkâtibi Osman Nuri Bey'in evi soyulmuştu. Nuri Bey, yetkililere hitaben şu ifadeleri kullanmıştı: "Geçtiğimiz pazar akşamı ailece teravih namazını kılmak için camiye gittiğimiz sırada, Sultan Selim civarındaki Debbağ Yunus Mahallesi'nde bulunan evimize hırsızlar girmiş, taşınabilir ne varsa tamamını çalmışlardır. Bu olayın dikkate alınarak gereğinin yapılmasını istirham ederim."

Teravih namazıyla ilgili belge ve gazeteler.
GÜRÜLTÜ YAPAN ÇOCUKLAR ŞİKÂYET EDİLDİ
24 Mart 1860 tarihli bir belgede, ramazan ayında bazı çocukların camilerde toplanarak namaz esnasında el çırpıp saf aralarında koşarak cemaati rahatsız ettiğinden bahsedilir. Bu durum üzerine Evkaf-ı Hümayun Nezareti, yani Evkaf Bakanlığı cami görevlilerine, babaları yanında olmayan çocukların camilere girişinin engellenmesi yönünde talimat verdi.
Benzer bir şikâyete Tercüman-ı Hakikat Gazetesi yazarlarından Neşati Bey'in köşe yazısında da rastlanır. Neşati Bey, Ayasofya Camii'nde kıldığı ilk teravih namazına dair yazısında, cemaatin kalabalık ve ihtişamlı atmosferini vurguladıktan sonra "Allah cümlesini bağışlasın ama hiçbiri uslu durmuyor. Bari cemaat namaz kılarken olsun seslerini kesseler!" diyerek çocukların namaz sırasında safları bozmasından ve gürültü çıkarmasından yakınır. Çocukların safların bozulmasına sebep olmasının üzücü olduğunu belirten Naşit Bey, "Cemaat namaz kılarken çocukların cirit oynar gibi saflar arasında koşmalarına, lokomotif düdüğü gibi bağırmalarına izin verilmese, herkesin şaşırmaksızın namaz kılabilmesi sağlanmış olurdu" diyerek cami içindeki düzenin korunması gerektiğini söyler.