Medeniyetlerin gelişimi, madenlerin bulunup işlenmesiyle olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda madenciliğe çok önem verilirdi. Bazı seferler, önemli maden yataklarının ele geçirilmesi için yapılmıştı. Osmanlı döneminde madencilikle ilgili Ahmet Refik, Fahrettin Tızlak, Mustafa Altunbay, Rhoads Murphey, Robert Anhegger, Özkan Keskin ve Donald Quataert'in araştırmaları vardır.
Bir kömür madeni.
MODERNLEŞTİRME ÇALIŞMALARI
Sanayi Devrimi'nden sonra 19. yüzyılda maden çıkarma teknolojisinde hızlı gelişmeler yaşandı. Bu teknolojik gelişmeler Osmanlılar tarafından takip edilmeye çalışılmasına rağmen maden çıkarma büyük oranda
"el emeği"ne bağlı kaldı. Bu durum da üretimin düşük, maliyetin de hayli yüksek olmasına yol açtı. 19. yüzyıldaki sermaye sıkıntısından dolayı Osmanlı topraklarındaki maden ocaklarının bazıları atıl hale gelip üretim oldukça düştü.
1842 yılında
"Ma'adin-i Hümâyûn Meclisi" kuruldu. Meclisin görevi, ülke topraklarındaki maden ocaklarının çağın şartlarına uygun şekilde işletilmesi için yeni düzenlemeler üzerinde çalışmaktı. Eylül 1856'da madenlerle ilgili Hazine-i Hassa, Meclis-i Vâlâ, Maliye ve Evkaf-ı Hümayun Nezareti'nden temsilcilerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Bütün maden ocakları için geçerli olacak bir nizamnamenin hazırlanması ve Rumeli coğrafyasındaki madenler için bir şirket kurularak hisselerinin vatandaşlara satılması kararlaştırıldı.
Bu görüşlerin uygulanabilirliğiyle ilgili Ma'adin-i Hümâyûn Meclisi'nden görüş istendi. Meclis, görüşlerinin yanında 1857 yılında imparatorluk coğrafyasında bulunan maden ocaklarının bulundukları yerler, cinsleri ve genel durumlarıyla ilgili bir döküm yaptı. Ma'adin-i Hümâyûn Meclisi'nin hazırladığı verilere göre Nisan 1857'de Osmanlı coğrafyasında 72 adet maden yatağı vardı. Maden ocaklarının işletme imtiyazını alan kişiler genellikle gayrimüslimlerdi. 19. yüzyılda kömür madenleri ön plana çıktı.
19. yüzyıldan itibaren madenlerin verimini artırmak amacıyla Avrupa'dan madencilik alanında uzman isimler istihdam edildi. Aynı zamanda maden üretim esaslarını belirlendiği nizamnamelerle madenciliğin hukuki altyapısı oluşturuldu.
Sultan Abdülaziz
İLK MADEN NİZAMNAMESİ
Maden ocaklarıyla ilgili alınan kararlar 5 Ekim 1856'da padişah tarafından onaylansa da ilk nizamname
Sultan Abdülaziz döneminde 1861'de ortaya çıktı. Bu metin 1810 yılında yayınlanan Fransız Maden Nizamnamesi'nin tercümesinden hareketle hazırlanmıştı.
Buna göre bir kişi, ruhsat almadan kendi arazisinde maden araması yapabilecekti. Haricindeki durumlarda ise maden araması için devletten ruhsat alma zorunluluğu getirdi. Ruhsat talebinde bulunan kişilerin maden sahası, madenin cinsi ve keşif kazıları esnasında oluşabilecek zararları tazmin edeceklerini dilekçelerinde belirtmesi gerekiyordu. Arama ruhsatı süresi iki yıldı.
Nizamnameye göre Osmanlı vatandaşı tek başına ya da ortaklık yoluyla imtiyaz alabilecekti. Bu nizamnameyle ilk defa yabancılara maden ihalelerine hissedar olarak katılma imkânı verildi. Bu tarihten önce bazı özel imtiyazların haricinde genel olarak devlet, yabancılara maden imtiyazı vermemekteydi.
1726 yılına ait Slovakya Banska Stiavnica'daki madenlerin planı.
DOKTOR VE ECZANE ZORUNLU
1869'da yeni bir nizamname hazırlandı. Özellikle 1867'de yabancıların Osmanlı coğrafyasında toprak satın almaya başlamasıyla yeni bir nizamnameye ihtiyaç duyulmuştu. Bu nizamname ilkine göre daha hacimlidir. Nizamnamede maden imtiyazı 10 yıldan 99 yıla çıkarılmıştı.
1869 Nizamnamesi'nde ilk defa madenlerin güvenliği ve sağlık koşulları üzerinde durulmuştur. Buna göre madenlerde bir doktor ve eczane bulundurulması zorunlu hâle getirildi. Kazazede ailelere mahkemenin öngördüğü tazminatın ödenmesi kararlaştırıldı. Kazayı zamanında haber vermeyenlere ve meydana gelen kazalarda ihmali bulunanlara para cezaları verilmesi nizamnamede yer aldı.
Üçüncü Maden Nizamnamesi, 1887'de uygulamaya girdi. Maden alanındaki son düzenleme 1906 Maden Nizamnamesi'dir. Bu nizamnamede yabancı müteşebbislerin imtiyaz başvurularındaki süre şikâyetlerini kaldıran adımlar atıldı. Bürokratik işlemler 1 yılla sınırlandırıldı. 1887 Nizamnamesi'nde olduğu gibi madende çalıştırılacak mühendis ve ustabaşıların haricinde işçilerin bölgede yaşayanlardan seçilmesi kararlaştırıldı.
Madenlerle ilgili bir belge.
MADENCİLERİN İNCİTİLMEMESİ İÇİN EMİRLER YAZILDI
Osmanlılar ilk fetihlerle birlikte özellikle Balkan topraklarında önemli maden ocaklarını ele geçirip burada çalışan gayrimüslim madencilerin şartlarını iyileştirerek üretimin devam etmesini sağladılar. Zamanla sınırların genişlemesi ve yeni açılan ocaklarla birlikte temel madenler hususunda genellikle dışarıya bağımlı olunmadı.
Padişah değişikliğinden sonra yapılan ilk işlerden biri, maden üretiminin artırılması ve madencilerin incitilmemesi hususunda ilgili yerlerin idarecilerine emirler yazılması oldu. Diğer yandan maden ocaklarının işletilmesi, madenciler ve maden ocaklarıyla ilgili hizmette bulunan reaya ile ilgili sık sık kanunnameler kaleme yayınlandı.
Maden ocakları eşkıyalar tarafından sık sık saldırılan yerlerdendi. Üretim güvenliğini sağlamak isteyen devlet, maden ocaklarını ve çalışanlarını korumak için çeşitli önlemler de aldı. Celali isyanlarının yaşandığı dönemlerde hem Rumeli'de hem de Anadolu'da eşkıyaların saldırı noktaları maden ocakları olmaktaydı. Devlet madenlerin korunması için muhafızlar tayin etmiş, bazen de derbentçi, martolos, yaya ve yörükleri buraların korunması için görevlendirmişti.
OSMANLI, MADENLERİ FARKLI SİSTEMLERLE İŞLETTİ
15-18. yüzyıllarda üretim kapasiteleri ve gelirlerine göre devletin uygun gördüğü şartlar altında düzenlenen maden mukataaları genellikle emanet, iltizam-malikâne ve ihale sistemleriyle işletildiler. Osmanlı madenlerinde devlet mülkiyeti esastı. Ancak bir kişi, mülkünde herhangi bir maden bulması durumunda izin alıp ürünün beşte birini devlete vererek madeni işletebilirdi. Bir veya birbirine yakın birkaç maden ocağı birleştirilerek mali birimleri ifade eden "mukataa"ya dönüştürülür, emanet veya iltizam usulüyle idare edilirdi. Devlet bir işletmeyi belirli şartlarla müteşebbislere devrediyorsa bu uygulamaya "iltizam", memurlar aracılığıyla idare ediyorsa "emanet usulü" denirdi. Maden ocaklarının idaresinde genellikle emanet usulü tercih edilirdi.
Emanet, başında devletçe atanan ve belirli bir maaşı olan bir "emin"in bulunduğu işletim sistemi idi. Bu usulde devlet bir memura sermaye vererek "emin" olarak bir yıllığına maden ocağına gönderirdi. Emin, madendeki gelir-gider kontrolü, harcamaların kontrolü ve çalışanların huzurunun sağlanmasıyla ilgileniyordu. Eminin görevi maden ocağında olabildiğince fazla maden üretilmesini sağlamaktı. Cevherin işletilmesi için gerekli olan odun, kütük, kömür gibi malzemeleri tedarik eder, paraya ihtiyacı olan madencilere avans ödemeleri yapardı. Görev sonunda ise madencilerden bu ürünü devlet adına satın alır, ürünü devletin uygun gördüğü yere naklettirirdi.
HALKA KÖTÜ DAVRANINCA AZLEDİLDİ
İkinci işletme tarzı olan "iltizam" ve "malikâne"de ise madenlerin maliye tarafından tespit edilen yıllık gelirinin asgari ve azami değerleri esas alınarak açık artırma usulüne göre peşin alınacak bir meblağla mültezime devrediliyordu. Devlet burada verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğine çok dikkat etmekteydi. Mültezimler tek kişi olabildiği gibi birden fazla da olabiliyordu. Mültezim, çalışanların ücretlerini ve diğer masrafları kendisi karşılardı.17. yüzyılın sonlarına gelindiğinde devlet ekonomisinde görülen buhran nedeniyle Osmanlı idaresi iltizamları kayd-ı hayat şartıyla vermeye başladı. Bu usule malikâne denildi Mesela Selanik'te bulunan Sidrekapsi Madeni 18. yüzyıl başında malikâne olarak Çavuşzade ailesine verilmişti. Bu aile tarafından yüzyılın son çeyreğine kadar 55 bin kuruşluk ödemeyle mukataa idare edilmişti. Ancak madende çalışan halka kötü davranmaları nedeniyle Çavuşzade ailesine mensup mültezim azledilmişti. Maden işletmesinde üçüncü yol olan "ihale" ise 18. yüzyıl ortalarından itibaren yaygınlık kazanmış ve sonraki yüzyılda da varlığını devam ettirmiştir. İhale sistemi, maden şirketleri veya ruhsat alan kişilere maden araştırması için devlet topraklarının uzun süreli imtiyazla kiraya verilmesidir.
SIKI BİR DENETİM ŞART
Erzincan İliç'teki maden kazasında büyük bir ihmalin olduğu anlaşılıyor. İş sahiplerinin daha fazla kazanmak için iş sağlığı ve güvenliğini ihmal etme ihtimalleri her zaman olabilir. Bazı ihmallerde "Bize bir şey olmaz" diye görmezden gelebilirler. Onların zapturapt altına alınması için devletin denetimi esastır. Nitekim depremlerde yıkılan binalarda müteahhitler kadar orayı yeterince denetlemeyen devlet görevlilerinin de suçu vardır. Erzincan'da da madeni denetleyen yetkililerin tamamından bu işin hesabının sorulması gerekir. Türkiye'de birçok işteki sıkıntıların sebebi denetimlerin iyi yapılmamasıdır.