Osmanlı Devleti 1876'da ilan edilen Anayasa ile Meşrutiyet yönetimini benimsemişti. Aynı yıl yapılan seçimlerle siyasi tarihimizde ilk defa bir meclis oluşturuldu. Bu sırada ülkemizde siyasi parti yoktu. Milletvekilleri seçim bölgelerinden aldıkları oylara göre seçilip İstanbul'a geldiler. Partilerle 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra tanıştık. Bu dönemdeki partiler ve seçimlerle ilgili
Tarık Zafer Tunaya, Fevzi Demir ve
Nil Türker Tekin'in çalışmalarına bakılabilir.
Beyoğlu'nda sandık alayı.
İLK SİYASİ TEŞEBBÜS
23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla siyasi hayatımızda yepyeni bir sayfa açılmıştı. II. Meşrutiyet'in ilanının ardından çok sayıda siyasi parti ve dernek kuruldu. Bu arada birçok gazete ve dergi yayınlandı. Meşrutiyet'in ilk günleri, her kafadan bir sesin çıktığı anarşik bir ortam içinde geçti. Seçimler ve partilerin hayatımıza girmesi, günümüzde şikâyetçi olduğumuz anlamsız ve kısır siyasi çekişmeyi de beraberinde getirdi.
İttihad ve Terakki Cemiyeti, Meşrutiyet'i getiren örgüt olduğu için büyük bir prestije sahipti. İttihadcı olmak vatanseverlik, karşı çıkmak ise ihanet olarak nitelendiriliyordu. Buna rağmen İttihadcılara karşı muhalefet örgütlenmeye başladı. Meşrutiyet'in ilanı üzerine birçok siyasi sürgün İstanbul'a gelerek faaliyetlere başladı. 12 Ağustos 1908'de Sultanahmet Meydanı'nda bir miting düzenledikten sonra siyasi bir örgüt olmayı kararlaştırdılar.
Avnullah El-Kazimî'nin başkanlığında
"Fedakâran-ı Millet Cemiyeti" adıyla bir örgüt kuruldu.
Cemiyet, Meşrutiyet'e saygılı olmak şartıyla hanedanın hukukunu korumayı, Meşrutiyet'i korumak için her türlü fedakârlığı yapmayı, Osmanlı topraklarındaki halklar arasında birliği sağlamayı, ülkeye ve millete hizmet edeceklere yardımda bulunmayı amaçlamıştı. Cemiyet seçimlere ilgi göstermemiş, bu yüzden de mecliste temsilcisi olmamıştı.
Fedakâran-ı Millet Cemiyeti kendisini siyasi fırka olarak nitelendirmişse de siyasetten çok üyelerine yardımla uğraşmıştı. Türkiye'deki siyasi partilerin tarihini yazan
Tarık Zafer Tunaya, cemiyeti
"hayır cemiyeti ile siyasi parti" arasında gidip gelen bir örgüt olarak nitelendirir. 31 Mart Vakası'ndan sonra cemiyet sona ermiştir.
14 Eylül 1908'de liberalizmin Türkiye'deki öncüsü
Prens Sabahaddin'in hamiliğini yaptığı Ahrar Partisi kuruldu. Ahrar Fırkası, İttihad ve Terakki 1913'te partileşeceği için ülkemizin ilk partisidir. Ahrar kelimesi
"Hürler/Özgürler" demektir. İttihad ve Terakki'ye muhalif olan Yeni Gazete, Serbestî, Sada-yı Millet ve İkdam gibi gazeteler Ahrar Fırkası'na yoğun ilgi gösterip partinin adeta sözcülüğünü yaptılar. Partinin başkanı yoktu. Sadrazam
Kâmil Paşa'nın partinin başkanı olduğu söylenir. Halk
ise partinin başkanı olarak
Prens Sabahaddin'i
görüyordu. Maddi sıkıntı çeken parti, İstanbul
dışında fazla örgütlenemedi.
Prens Sabahaddin
İKİ PARTİLİ İLK SEÇİM
İttihad ve Terakki Cemiyeti ile Ahrar Fırkası'nın girdiği 1909 seçimleri ilk defa iki partinin yarıştığı bir seçimdi. Meşrutiyet'in meydana getirdiği özgürlükle meydanlara çıkan halk, seçimleri büyük coşkuyla yaptı. Seçim günü davul ve zurnayla oy kullanılmış ve gelin alayı gibi sandık alayları düzenlenmişti.
Partilerin seçim programları olmadığından
"mebus", yani milletvekili adayları kendi programlarını hazırlayarak seçim çalışmalarına başlamışlardı. Seçim propagandası için en önemli araç gazetelerdi. Basın zaten partilere göre bölünmüştü. Basın özgürlüğü vs. söz konusu değildi. İstanbul basınından Tanin ve Şûray-ı Ümmet gazeteleri İttihad ve Terakki'yi gözü kapalı desteklerken Serbestî, İkdam, Sabah gibi İttihadcılara muhalif gazeteler de Ahrar Fırkası'nı aynı şekilde destekliyorlardı. Aynı durum taşra gazeteleri için de söz konusuydu. Anadolu ve Rumeli'deki birçok şehirde gazeteler destekledikleri partilerin propagandasını gözleri kapalı yapıyorlardı.
Seçim sandığı ve görevliler.
PROPAGANDA METOTLARI
Gazetelerde yayınlanan ateşli makalelerle taraflar birbirlerini kıyasıya eleştirip kendi partilerinin faziletlerini anlata anlata bitiremiyorlardı. Günümüzde olduğu gibi o zaman da sloganlar seçimlerin ayrılmaz bir parçasıydı. İttihadcıların sloganı
"Yaşasın hürriyet, yaşasın millet, yaşasın vatan"dı.
Seçimlerdeki propaganda metotlarından biri de yakın zamana kadar çok yoğun olarak kullanılan kahve konuşmalarıydı. Parti temsilcileri, ikinci seçmenler ve mebus adayları kahvelere giderek halka nutuk atıp,
"..ceğiz, ...cağız" diye oy isterlerdi. İstanbul'daki en meşhur siyaset yerlerinden biri Şehzadebaşı'ndaki Fevziye Kıraathanesi idi.
Bir diğer propaganda şekli de seçim broşürleriydi. Adaylar bastırdıkları broşür ve el ilanlarıyla kendi propagandalarını yapıyorlardı. Ayrıca günümüzde liderlerin il ili dolaşıp seçim mitingleri yaptıkları gibi o zaman da merkezdeki partililer taşraya seçim gezileri düzenliyorlardı.
Halk seçimleri kutluyor.
PEŞ PEŞE PARTİ KURULDU
İttihad ve Terakki her ne kadar bütün milletvekilliklerini kazandıysa da, Meşrutiyet'e taraftar olan herkes İttihadcı değildi. Bu yüzden peş peşe yeni siyasi partiler kuruldu. Bunlar arasında, seçimlere katılan Ahrar Partisi'nin yanında Osmanlı Demokrat Partisi, İttihad-ı Muhammedi Partisi, Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Partisi, Ahali Partisi, Mutedil Hürriyetperveran Partisi, Osmanlı Sosyalist Partisi, Fedakâran-ı Millet Cemiyeti, Heyet-i Müttefika-i Osmaniye gibi partiler bulunuyordu. II. Meşrutiyet'ten sonra kurulan partiler arasında gerek ismi gerekse savunduğu fikirler itibarıyla en dikkat çeken partilerden biri Osmanlı Demokrat Partisi idi. Parti kurucuları arasında İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin kurulmasına önayak olanlar vardı.
Birçok parti kurulmasına rağmen bunların hiçbiri varlığını sürdüremedi. Muhalif partilerden birçoğu aralarında birleşerek 8 Kasım 1911'de Hürriyet ve İtilaf Partisi çatısı altında toplandılar. Böylece iki partili bir sistem meydana geldi.
Partiler propagandalarını yaparken özellikle basını kullanıyorlardı. Her partinin bir veya birden fazla gazetesi vardı. Gazetelerde yayınlanan ateşli makalelerde iktidar şiddetle eleştirilirken, iktidar yanlısı basın da muhalefete aynı sertlikte cevap veriyordu. Bütün partilerin toplumsal yönleri zayıftı ve çoğunun halkla fazla bir bağlantısı yoktu.
Partilerin programlarında
"Meşrutiyet'in devamı, vatanın yükselmesi, halka adil davranılması, cehalet ve sefaletin bertaraf edilmesi" zikrediliyor,
"hürriyet" ve
"eşitliğe" sık sık vurgu yapılıyordu. Dönemin en önemli
meselesi azınlıklar olduğu için bütün partilerin
gündeminde bu konu vardı. Osmanlı
kimliği öne çıkarılarak ülkenin bölünmesinin
önüne geçilmek isteniyordu.
SEÇİMLER ÜÇ AY SÜRDÜ
1876'dan 1946'ya kadar ülkemizde milletvekilleri iki dereceli seçimle belirlenirdi. Bu sisteme göre seçim bölgelerindeki "müntehib-i evvel"ler, yani birinci seçmenler "müntehib-i sânî"leri, yani ikinci seçmenleri seçerler, onlar da mebusları, yani milletvekillerini tespit ederlerdi. 1909 seçimleri de bu sistemle yapıldı. Seçimler eskiden şimdiki gibi bir günde yapılmaz, iki-üç ay sürerdi. 1908 Eylül'ünde başlayan seçimler aralıkta da sürdü. Trabzon'dan seçilen mebuslar başkente geldiğinde İstanbul seçimleri yapılmamıştı bile. 10 milletvekili çıkaracak İstanbul seçimleri 11 Aralık'ta yapıldı.