Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATO'nun Vilnius Zirvesi'ne giderken yeni bir tartışma başlattı.
İsveç'in NATO üyeliği ile ilgili olarak
"Önce gelin Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde önünü açın, ondan sonra biz de Finlandiya ile nasıl onun önünü açtıysak, İsveç'in de önünü açalım" mesajı verdi. Bu mesaj Erdoğan'ın önceki gün ABD Başkanı Biden ile yaptığı telefon görüşmesinin içeriği ile de uyumluydu. Ankara'nın AB'ye tam üyelik sürecinin canlandırılması talebi Washington'ın F-16'ların satışını İsveç'in NATO üyeliğine onay ile ilişkilendirmesine karşılık olarak görülebilir. Nitekim Biden'ın CNN International'daki mülakatında F-16 meselesini İsveç ve Yunanistan ile birlikte anması dikkatlerden kaçmadı. Ancak bu yaklaşımın çok dar bir değerlendirme olacağı görüşündeyim. Vilnius Zirvesi'ne giderken Erdoğan yaptığı açıklamalarla, Batı ile ilişkileri yeni bir temele taşıma iradesini sergiliyor. Seçmenden 5 yıllık görev onayı almanın gücüyle NATO, ABD ve AB ile ilişkileri hareketlendirmek istiyor.
Türkiye'ye yönelik kemikleşen engelleri kırmayı, her türlü yaptırımı kaldırmayı arzu ediyor. İsveç'in NATO'ya
üyeliği konusu üzerinden Türkiye'nin
güvenlik kaygılarını ve savunma ihtiyaçlarını
müttefiklerine hatırlatıyor. NATO
ve AB'nin Türkiye politikalarında nitelikli
değişim zorunluluğunu gündeme taşıyor.
***
Uluslararası sistemin aktörlerinin çok kutupluluğa uyum sağlamaya çalıştığı bir dönemde Erdoğan'ın AB çıkışının Batılı müttefikleri tarafından doğru şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu çıkış işi yokuşa sürme değil. NATO'nun genişlemesini engelleme niyeti hiç değil. Batı medyasının bu çıkıştan şaşırarak Erdoğan'ın
"el yükseltmesi" yorumu yapması kuvvetle muhtemel. Halbuki Türkiye, 71 yıldır ciddi katkı verdiği NATO ve stratejik hedef olarak gördüğü AB konusunda hep rasyonel olanı tercih etti. Bazı NATO ve AB üyelerinin terör ile mücadele politikalarındaki müttefikliğe aykırı uygulamalara rağmen bu pozisyonunu korudu.
Nitekim Ankara
"açık kapı" politikasına desteğini Madrid Zirvesi'ndeki üçlü mutabakat ve sonrasında Finlandiya'ya onay ile gösterdi. Erdoğan, Ukrayna'daki savaş ve ABD-Çin rekabeti ile önemi artan NATO'nun Türkiye gibi üyelerinin önceliklerini de gündeme alarak daha güçlenmesi için öneride bulunuyor. Bu öneri daha adil bir dünya düzeni ve BM reformu önerileri gibi yapıcı. Washington ve Brüksel'de Ankara'ya ilişkin olarak yeni bir paradigmaya geçiş zarureti bulunuyor.
Ankara'nın Batı ittifakı içerisindeki yerinin müttefiklik hukuku ve karşılıklı jeopolitik menfaatler temelinde yeniden değerlendirilmesi hem Türkiye hem de NATO/AB için stratejik kazanımlar üretecektir.
Bu geniş perspektifi atlayarak İsveç meselesini F-16'lar başta olmak üzere Ankara'nın savunma ihtiyaçlarına bağlamak Erdoğan'ın mesajını doğru anlamamak olur.
***
Erdoğan'ın Vilnius Zirvesi'nden birkaç gün önce Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski'yi ağırlaması, Ukrayna'nın NATO üyeliğini hak ettiğini açıklaması, iki ülke arasındaki savunma işbirliğine vurgu yapması ve esir takası ile Ruslardan alınan Azov tabur komutanlarını Zelenski'ye vermesi gözden kaçmaması gereken önemli hamlelerdi.
Bunların ışığında bakıldığında Erdoğan'ın Batı ve Rusya arasında kurduğu denge politikasında da yeni hamleler yaptığı söylenebilir.
Türkiye, Ukrayna ve Rusya arasındaki arabulucu rolünü pasif bir şekilde tanımlamıyor. Diplomatik çözümü en yüksek tonda seslendiren tek başkent olmayı sürdürüyor. Rusya'ya karşı yaptırımlara katılmamakla birlikte Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne güçlü destek verdiği gibi güvenlik ve savunma ihtiyaçlarına da cevap veriyor. Bu aktif dengelemeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tecrübesine ve istisnai lider diplomasisine borçluyuz.
Bence Erdoğan, yeni hamlelerle dünya başkentlerini şaşırtmaya devam edecek.