Son günlerde yaşanan gelişmeler 31 Mart yerel seçimlerinin ardından girilen
"yumuşama veya normalleşme" olarak adlandırılan yeni siyasi sürecin nereye doğru gittiğine dair tartışmaları yoğunlaştırıyor. CHP Genel Başkanı
Özel'in "hem müzakere hem mücadele" olarak formüle ettiği "normalleşme" arayışında AYM kararlarının uygulanması önemli bir yer tutuyordu. CHP çevreleri, Kavala ve Demirtaş ile ilgili beklentilerini gizlemediler.
Gezi Parkı davasında yeniden yargılama talebinin yeni mahkeme heyeti tarafından reddedilmesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na atama, 6-8 Ekim olayları davasında dün verilen cezalar ve Ayhan Bora Kaplan davasına ilişkin gelişmeler
normalleşmenin ne olduğu üzerine yeni bir siyasi polemik dönemini açıyor.
***
CHP Genel Başkanı Özel, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı atamasını "31 Mart'tan sonra gelişen diyalog ve normalleşme anlayışına uygun" bulmadı. Yine CHP Genel Başkan Yardımcısı Günaydın da 6-8 Ekim olayları davasında verilen kararları "Türkiye'nin çağdaş hukuk devletinden ne denli uzaklaştığını" ve "AK Parti ile normalleşme sözcüklerinin birbirine mesafesini göstermesi bakımından tarihi" olarak niteledi.
Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan son konuşmalarında siyasi partiler arasındaki yumuşamanın bir ihtiyaç olduğunu belirterek bu iklimin
"Türk siyasetinin normali haline gelmesini" ümit ettiğini söyledi. Hatta siyaseti
"yüksek gerilim hattına hapsetmek isteyenler" olduğunun farkında olduğunu da vurguladı. Erdoğan ve Özel'in konuşmalarındaki yumuşama ve normalleşme kelimelerinin kullanımı birbirine yakınlaşsa da bunlardan anladıklarının farklı olduğu anlaşılıyor.
Kılıçdaroğlu dâhil CHP çevrelerinden iktidar ile müzakeresinde eleştiri alan Özel, normalleşmeyi kendisi tanımlamak istiyor. Halbuki AK Parti de MHP de CHP de ve DEM Parti de normalleşmeden farklı şeyler bekliyor. İktidar çevreleri, CHP ve muhalefetin diğer kısımlarının normalleşme çerçevesinde neyi değiştireceğini sorguluyor.
Özel'in hükümet eleştirilerinde kolaylıkla "saray" nitelemesine başvurabilmesi
söylemlerin bile kolay normalleşmediğini düşündürüyor. Kaldı ki, farklı toplumsal gruplara ulaşmak için CHP'nin siyasi söylemini değiştirmesi (Arapça tabelaları kaldıran kendi belediyelerini eleştirmede olduğu gibi) iktidar ve muhalefet ilişkisinde normalleşme anlamına gelmez.
***
Siyasette normalleşmenin
hızlı bir bahar havası olamayacağı açık.
Uzlaşmalara ulaşmak uzun süredir korunan
siyasi pozisyonların gözden geçirilmesini
gerektirebilir. Ancak normalleşmenin bir
tarafın "taleplerinin ve mücadelesinin müzakeresi"
olarak anlaşılması doğru bir yaklaşım
olmaz. İçine girdiğimiz yeni diyalog ve müzakere
sürecine dair yorumda bulunurken
iktidar ve muhalefetten geçtiğimiz dönemdeki mücadelelerini terk etmelerini beklememek gerektiğini söylemiştim.
Sözgelimi 2013 ile 2016 arasındaki türbülans ve buna karşı verilen mücadele AK Parti açısından farklı bir anlam taşıyor. Gezi olayları, 17-25 Aralık emniyet-yargı darbe girişimleri ve 15 Temmuz darbe girişimi Türk siyasi hayatının gidişatını değiştiren kritik olaylardı.
***
Bu itibarla darbe girişimlerine karşı yürütülen mücadelenin gevşetilmesini normalleşme olarak sunmak fayda getirmez.
Yeni Anayasa tartışmasını bunun için önemsiyorum. Normların, ortak değerlerin ve bir toplum sözleşmesi arayışının geleceğe doğru bir tartışmayla yürütülmesi faydalı olabilir.
Elbette siyaset kurumu ve liderler önümüzdeki günlerde yazımın başında bahsettiğim sembolik davalarda çıkan kararlara dair yoğun bir söylem mücadelesi yürütecektir.
Kritik husus zorluklara rağmen "yumuşama- normalleşme" sürecine sahip çıkmaktır. Bakalım bu yeni gelişmeler, normalleşme söyleminin aktörlerini ve tercihlerini nasıl etkileyecek? Sert söylemlere mi dönülür yoksa yeni siyasetler geliştirerek normalleşmede ısrar mı edilir?