Mayıs seçimlerini kaybeden muhalefet
"değişim ve muhasebe" arayışında ciddi bir krize sürüklendi. Muhalefetin önde gelen partisi CHP'deki liderlik çekişmesi bir ortaoyunu gibi kamuoyunun gündeminde. Her geçen gün imalı açıklamalar yerini doğrudan değerlendirme ve suçlamalara bırakma eğiliminde. Anlaşılan CHP, seçim yenilgisini herkesin bir tarafından tuttuğu fil tarifi ile değerlendirecek. Malum, zaferin paydaşı çoktur da yenilginin sorumlusu olmuyor. Yenilginin sorumluluğu genel başkanda mı, partide mi ya da cumhurbaşkanı yardımcısı adayları olan İmamoğlu ve Yavaş'ın da yenilgide payı var mı? Küçük muhafazakâr partiler de yenilginin sorumluluğunu üstlenmeli mi? Muhalefet bu haliyle herkesin birbirini suçladığı bir noktaya gidiyor. CHP içindeki üstü örtülü eleştirileri İyi Parti Genel Başkanı Akşener'in açıktan yapması kimseyi şaşırtmaz. Görünen o ki, CHP "kim aday olur, değişimden ne anlamalıyız, kurultay yerel seçim öncesi mi, sonrası mı olur?" sorularıyla ve iktidar kapışmalarıyla önümüzdeki dört ayı harcayacak. Millet İttifakı partileri ve HDPYSP bir yandan muhasebedeğişim diğer yandan yerel seçim kaygısı ile savrulmalar yaşayacak.
***
Muhalefetin krizini daha kritik hale getiren şey, seçimlerden zaferle çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 28 Mayıs akşamı Mart 2024 yerel seçim hazırlıklarına başlamasıdır. Seçimlerden "ders alma" ve "yenilenme" konusunda da Erdoğan'ın muhalefetin önüne geçmesi CHP'ye akıl veren yorumcularda alarm zillerini çalıyor. Bazıları liderlik sorununa dikkat çekerek Kılıçdaroğlu'nun gitmesini ve İmamoğlu'nun gelmesini istiyor, bazıları ise ideolojik değişimi öneriyor. Bu yorumcular bu yolla hem yerel seçimleri kaybetme riskini vurguluyorlar hem de yeni bir kavramlaştırma ile uyarılar yaparak muhalefeti toparlama çalışıyorlar: "Muhalefetsiz otoriterlik." Muhalefet bloğunun ve adayı Kılıçdaroğlu'nun yenilgisine önemli katkıları olan bu akademisyenlerin/gazetecilerin daha önce iktidarı eleştirmek için kullandıkları kavram "seçimli otoriterlik" idi. Şimdi yeni icat ettikleri
"muhalefetsiz otoriterlik" kavramı ile muhalefete yön vermeye çalışıyorlar. Nitekim "değişim" sözcüğünü kendisine bayrak edinen İmamoğlu, bu kavramı siyasi kendi siyaseti için kullanışlı söyleme çevirmeye yöneldi: "Bugün içinde olduğumuz tablo sadece bir seçim yenilgisi tablosu değildir. Çaresizlik ve ümitsizlik Türkiye'yi giderek muhalefetsiz bir otoriterliğe doğru sürüklediğini hep birlikte görmek zorundayız."
***
"Değişmedikçe toplumla aramızı açıyoruz" veya "yerel seçimleri kaybederiz" söylemlerini anlayabiliyorum. Neticede muhalefetin canlı olması demokrasimizin selameti için çok önemli. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ve Kılıçdaroğlu'nun yüzde 48 alması da başa baş bir seçimin gerçekleştiğini gösterir. Hatta çevremizdeki ülkelerin Türkiye'deki seçimlerin rekabetini, katılım oranını ve sert söylemlere rağmen güvenli şekilde yapılmasını takdir ile karşıladıklarını gördük. Kazanacağına fazlasıyla kendini ve seçmenini inandıran muhalefetin yenilgi üzerine düşünmesi ve entelektüel canlılık göstermesi de demokrasimiz için değerli. Ancak önceki "seçimli otoriterlik" sloganı ile yaptıkları temel hatayı bu defa "muhalefetsiz otoriterlik" söylemi ile yapıyorlar. Erdoğan'ın başarısının sebeplerini doğru analiz edemiyorlar. Farklı ideolojik ve siyasi eğilimlere sahip muhalefet partilerinin bir araya gelmelerine rağmen seçmeni ikna edecek ortak vizyon ve sinerji üretemediğini görmezden geliyorlar.
Bence muhalefete yol gösterenler de tıpkı CHP ve Kılıçdaroğlu gibi özeleştiri yapmalı. Özeleştiri yerine yine "öteki" olarak Erdoğan olgusuna sarılmalarını entelektüel çaresizlik olarak görüyorum. "Bak, iktidar değişiyor, toparlanın yoksa yerel seçimleri kaybedeceksiniz" söylemini yükseltmeleri anlaşılabilir. Ancak "Erdoğan'ın büyük planının muhalefetsiz otoriter rejim" kurmak olduğu yorumuna savrulmak
"artık pes" dedirtiyor Muhalefetin krizinin sorumluluğu da Erdoğan'da, öyle mi?