Little boy
"6 AĞUSTOS sabahı... Babamın ateşi vardı. Yataktan kalkamadı.
Herkes gitmişti. Ablamla ben okula gitmeye hazırlanıyorduk. "Hava saldırısı!" diye bir ses duyduk. Acele eve döndüm.
Oynamaya başladım. Bu saldırıları kanıksamıştım artık. Sonra tehlike geçti işareti verildi. Ben de okula gittim.
Öğretmen daha gelmediği için konuşmaya başladık. Çok geçmeden bir gürültü oldu. Gök yüzünde, güneydoğu yönünde bir uçak gördük. Uçak gitgide irileşerek başımızın üzerine geldi. Gözüm hep uçaktaydı. Düşman uçağı mı bilmiyordum.
Sonra birden beyaz paraşüt gibi bir şey düşmeye başladı. 5-6 saniye içinde her şey sapsarı oldu. Gözüm güneşten kamaşmış gibiydi. 1-2 saniye sonra da: güüüüm!..
Her yer karardı. Başımıza taş, kiremit yağmaya başladı. Bir an kendimden geçtim. Üzerime tahtalar, direkler yığılıyordu. Neler oluyor yahu, öleceğim diye bağırmaya başladım. Acıyla kendime geldim. Hemen sürünerek dışarıya çıktım.
Her yer uzanmış yatan insanlarla doluydu.
Çoğunun yüzü kömür gibiydi.
Tam kurtuldum diyecekken sol elim acımaya başladı. İyice bakınca derimin dirseğimden parmaklarıma kadar yüzülmüş olduğunu gördüm. Zaman geçirmeden eve dönmek istedim. Yönümü hesaplayarak koşmaya başladığım sırada bir ses duydum.
Döndüm baktım ablamdı. Giysileri paçavra gibiydi. Yüzü öyle değişmişti ki olduğum yerde donakaldım. Eve doğru yürümeye başladık. Evimiz dümdüz olmuştu.
Görünürde kimsecikler yoktu. Çevreyi dolaştık. Yeniden geldik. Baktık babam oradaydı. Çatıyı kaldırmaya, altından bir şey çıkarmaya uğraşıyordu galiba. Sonra vazgeçti, yanımıza geldi.
Annemi sordum. Yorgun bir sesle:
Öldü dedi. Tepemden aşağı kaynar sular döküldü. Gözlerim karardı. Hiçbir şey düşünemiyordum.
Biraz sonra babam: Başına ne oldu diye sordu. Başıma dokundum, yapış yapıştı. Elimi enseme doğru götürdüm, kıpkırmızı kandı. Çok geçmeden çamurlu bir yağmur yağmaya başladı. Demir yolu köprüsünün altına girdik. Yağmurun ardından buz gibi bir soğuk başladı. Yanan bir evin yanına yaklaşarak alevlerinde ısındık. Bizim gibi ısınmaya çalışanlar pek çoktu. Hepsi de yaralıydı. Yüzleri şişmiş, dudakları morarmıştı." Yoşihiro Kimura 1945'te 9 yaşındaydı.
Hiroşima'nın Çocukları adlı kitapta yaşadıklarını böyle anlatıyordu. İki şehire atılan atom bombaları yüzünden Japon makamlarına göre tam 500 bin sivil ölmüştü. Çoğu kadın ve çocuktu.
Hiroşima'ya atılan atom bombasının üzerinde yazan da çok anlamlıydı. "Little Boy" yani "Küçük Çocuk" yazıyordu.
Ağustos ayının sonlarına doğru atom bombası atılmasını onaylayan Başkan Truman'ın günlüğünde "Atom bombası askerlere, askeri tesislere ya da donanmalara yönelik olarak kullanılmalı. Sivillere, kadınlara ve çocuklara karşı değil!" yazıyordu.
Ancak atom bombaları sivillerin, çocukların olduğu bölgeye atılıyordu. O dönemim Ticaret Bakanı Henry Wallace Başkan Truman'ın o günlerde sürekli "Onca çocuk" diye kendi kendine konuştuğunu söylüyordu.
Belli ki Truman vicdan azabından delirmek üzereydi. Şimdi aynı ABD'nin son Başkanı Biden, "Çocuk katili" İsrail'in yanında yer alarak, ona koruma vererek tarihe geçti. Çocukları öldürmek bunların genlerinde var. Dünya tarihinin ilk en büyük çocuk katliamını yapan ABD, tabii ki "Çocuk katilleri"nin yanında olacak.
İsrail için, savaş suçu sayılan ve yakarak öldüren fosfor bombalarının tedarikçisi olması da gayet doğal. Bunlar bombaların üzerine bile "Little Boy" yazacak kadar canileşmiş ve insanlıktan çıkmış mahluklar. Başka ne beklenir ki?
Şimdi bir İsrailli Bakan da "Gazze'ye atom bombası atmayı değerlendiriyoruz" dedi. İsrail'i kuran, ABD'yi de esir alıp, dış politikasını Tel Aviv'e işgal ettiren güç küresel sermayeydi. Onların gazeteleri de sürekli bu çocuk katliamlarını savunuyor.
Hatta öyle ileri gittiler ki, onlardan biri olan The Economist, pusulayı iyice şaşırmış. "Gazze'de Filistinliler çok çocuk doğuruyor" diye yazıyor.
Yani doğum oranı yüksek olmasa, çok çocuk ölmeyecekmiş. Suç, doğan çocuklardaymış. Buna getiriyor sözü.
İnsanlıktan çıkmış, kudurmuşlar... Allah mutlaka ama mutlaka belanızı verecek.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.