1980'li yıllardan bu yana, Soğuk Savaş'ın giderek zayıfladığı ve ABD'nin öncülüğünde, uluslararası ekonomik sisteme 'neoliberal' anlayışın pompalandığı dönemden bu yana, ülkeler, bilhassa yükselen gelişmekte olan ülkeler 'borçlanma' konusunda hep teşvik edildi, özendirildi. 2020 yılına girerken 253 trilyondolar ile, yeni bir rekora imza atan 'küresel borç' sarmalı, 1980'lerin başlarında sadece 10trilyon dolar düzeyindeydi. Gelişmekte olan ülkelerin borçlarının milli gelirlerine oranı 1970'de yüzde 40, 80'de ise yüzde 50 iken, 1990'da önce yüzde 90'a ulaştı; 2000'de yüzde 110'u, bugün ise yüzde 160'ı geçti.
2000'li yıllarda, gelişmekte olan ülkelerin bütününde, kamu borcunun milli gelire oranında önemli bir iyileşme gözlenirken, 2020 itibariyle yüzde 160'a ulaşmış olan gelişmekte olan ülkeler toplam borcunun milli gelire oranının 45 puanını kamu, 115 puanını ise özel sektör borçları oluşturmakta. Uluslararası Para Fonu'nun da ön ayak olup, 'yeşil ışık' yaktığı borçlanma sürecinde, 1990'lı yıllarda Latin Amerika ve Türkiye o kadar 'yüksek faiz'le borçlanmaya mecbur edildi ki, uluslararası finans çevresi trilyonlarca dolarlık 'vahşi' bir kazançla, zenginliklerine zenginlik katttılar.
Bugün, Brezilya, Güney Afrika, Hindistan; LatinAmerika, Afrika ve Asya'nın önde gelen gelişmekte olan ülkelerinin tümü ve Türkiye, 'yüksek faiz' sarmalının ekonomilerine ne kadar zarar verdiklerinin artık net farkındalar ve küresel ekonomi-politik gerginlikler ve 'virüs salgını' gibi küresel meseleler bahane edilerek, yeniden 'yüksek faiz' sarmalının içerisinde çekilmeyi reddediyorlar. 2016'da para politikası faizi yüzde 14,25 olan Brezilya, bugün oranı yüzde 3'e çekmiş durumda. Senelerce, ülke para biriminin dolar karşısında değerini tutmak adına, hep faizleri yüksek tutmak zorunda kalmış olan ülkeler, artık 'yüksek faiz' sarmalına girmek istemiyorlar.
Türkiye olarak, ne zaman dolar-TL kurunu tutacağız diye faizleri yükseltmek zorunda kaldıysak, bizim gibi diğer gelişmekte olan ülkeler de aynı adımları attıkça, ülkenin yerli para birimi cinsinden kredi kullanmak cazip olmaktan çıktı; ülkeler kendi elleriyle kendi reel sektörünü adeta 'dolar' veya 'euro' cinsinden borçlanmaya tercih etti. Çünkü, 'kur riski'ni görmemezlikten gelen Türk firması, yüzde 15-20 faizle TL ile borçlanmaktan çok, yüzde 3-7 faizle dolar veya euro cinsinden borçlanmak 'daha cazip' diye kendini avutuyordu.
Bugün, Bakan Albayrak'ın liderliğinde, Türk Ekonomi Yönetimi şunu çok net ifade ediyor; 'TL cinsinden kredi kullanmak mutlaka cazip olacak'. 'Döviz kurlarını tutmak adına, salt yabancılar katmerli para kazansın diye, bu ülke bir daha asla 'yüksek faiz' sarmalına girmeyecek'. 'Türkiye'nin ekonomi ve finans geleneklerinde sermaye kontrolü yoktur, olmayacak'. 'Türkiye dalgalı kur rejiminden vazgeçmeyecek'. Yabancı yatırımcı için 'yüksek kur ile gir, ucuzdan Türk yatırım aracı al; yüksek faizle kurlar gerilesin, düşük kurdan tekrar döviz al, paranı katla' devri bitti. Dertleri 'yüksekfaiz' devrinin bitmesi. Ödün vermezsek, bizi 'parlak' ve 'fırsat'larla dolu günler bekliyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.