Hayır, hayır!. Başlıkta yanlış yok.. Jak Kamhi bir Büyük Türk'tü.. Yahudi'ydi. Yani görünüşte azınlık.. Ama Yahudi Toplumu farklıdır bizde.. Onlar kendilerine "Türk Yahudileri" derler.. "Türkiye.. Türkiyeli" değil.. "Türk!."
Buradan İsrail'e göçenler bile, orada Türk Yahudileri'dirler. Gittim gördüm.. Tüm Anadolu gelenekleriyle gitmişlerdir oraya.. Her hafta düzenli Türk geceleri düzenlerler.. İstanbul mutfağı ve İstanbul şarkıları çalar, söylerler.. Alaturka için orda oluşturdukları Musiki Cemiyetleri var.
Evlerindeki plak dolabında Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses doluydu, gittiğim yılların en popüler iki sanatçısı.. Tüm plak kaset dükkanlarında bu ikisinin afişleri.
Türkiye'den gelen turistlere gösterdikleri yakınlık, ilgi ve sevgi anlatılmaz.
Turizm için en yoğun gittikleri ülkedir, Türkiye..
Jak Kamhi o Türk Yahudileri'nin saygın lideri bir iş adamıydı.
Nasıl Türk olduğunu, Kıbrıs olayları sırasında gösterdi.
Türkiye, Kıbrıs'a çıkarma yapınca, dünyaca ünlü Rum Lobisi başta Amerika hemen her önemli Batı ülkesini karşımıza dikti. Amerikalılar, bize sattıkları uçakların yedek parçalarını bile vermediler.
Öyle bir yalnızlığa itildik.
Amerika'da üç büyük lobi vardır. Rum, Ermeni ve Yahudi Lobileri.. Ermeni Lobisi zaten o zaman Asala'nın peşinde karşımızda. Rumlar da Kıbrıs yüzünden aleyhimize dönünce, yalnız kalmışken, Jak Kamhi, bir İş Adamları Heyeti toplayıp Amerika'ya gitti. Orada Yahudi Lobisi'ni topladı. Arkasına aldı, Amerikan makamları ve Sivil Toplum Kuruluşlarıyla toplantılar düzenledi. Çok olumlu sonuçlar aldı.
O günleri hiç unutmam..
Tanışmamız, dost olmamız da o yıllara rastlar.
Büyük sanayiciydi. Profilo markası onundu.
O zaman Galatasaray maçlarını Mecidiyeköy'de Ali Sami Yen'de oynardı. Etrafı bomboş nerdeyse..
Karşısı da öyle.. Maçlara gidip gelirken, ilerde derinlerde Profilo Fabrikası'nı görürdük. Şimdi mümkün mü?. Her santiminde bina var. Doğru dürüst yol payı bile bırakmamış, yap satçılar..
Kırsaldaki fabrika tam da şehrin içinde kalınca, Jak Bey, kapattı.
Yerine İstanbul'un ilk AVM'sini, ilk Alışveriş Merkezi Profilo'yu kurdu. Pasaj değil.. Modern AVM!.
Altında yüzlerce arabalık otoparkı ile Profilo nasıl gözde oldu, bilemezsiniz.
Günün her saati tıklım tıklımdı. En kıymetli, en pahalı, en değerli dükkanlar ordaydı. En büyük markalar oraya taşındı.
Ama Jak Bey, halktan aldığının bir bölümünü halka geri veren büyük iş adamlarındandı.
O santimi servet Profilo AVM'de, girişin hemen altında büyük bir alanı, Kültür ve Sanat'a ayırdı..
İki tiyatro salonu, bir sanat galerisi ve önlerinde, bu kültür merkezine gelenlerin buluşacakları ve bir şeyler atıştırıp salonlara girecekleri bir Art Cafe!..
Nasıl keyifle koşardım, o salonlara, oyun izlemek için..
Art Cafe'de buluşarak.
Haldun Dormen Afife Ödülleri'ni kurduğu ve ilk ödülleri dağıttığı gece onu uyardığımı yazmıştım..
"Afife'nin onur ödüllerini, hatır gönül eş dosta dağıtıyorsunuz.. Tiyatroya Hizmet Ödülü'nü en çok hak edenlerin başında Jak Kamhi geliyor. Bu kentin en pahalı alışveriş merkezlerinden birinde tiyatroya o kadar salonluk yer ayırmasa, bu ödül dağıttığınız sanatçılar nerde oynardı?. Jak Bey'e hak ettiği ödülü verin ki, öteki alışveriş merkezi sahiplerine de örnek olsun" demiştim..
Haldun, "Ne kadar haklısın. Biz nasıl düşünmedik, ama bu yılın ödülleri açıklandı, artık çok geç, seneye" demişti. Üç yıl daha geçti aradan. Jak Bey gene yok.. Onu da yazınca Jak Bey aramıştı "Aldırma Hıncal" diye..
"Bugün bölgemizde yeni salonların açılması, yeni alışveriş merkezlerinde tiyatro salonlarına yer verilmesinin bana verdiği gurur ve mutluluk yeter de artar bile.."
İki oğlu da, babaları gibi çalışkan, geniş vizyonluydular..
Ceki Kamhi'yi yakından tanıdım.. Otomobile meraklıydı. Müthiş bir proje adamıydı. Sık sık buluşurduk.
Yeni projelerini dinlerdim.
Büyük oğlu Hayati Kamhi, ailedeki en yakınlarımdandı.
O denizci.. Pendikte kurduğu tershanesinde dünyanın en kapışılan yatlarını yapardı.
Dünyanın en zenginleri, Hayati'ye tekne yaptırmak için Pendik'e gelir oldular.
Ordaki tershaneler de gelişti.
Yeni tershaneler açıldı.
Gelen zenginleri ağırlamak için Pendik Hilton, Divan Otelleri bile açıldı. Öyle efsaneydi Hayati.. Ben de öyle merak ediyordum ki.. "İlle beni götür, gezdir" diyordum.. Söz verdi.
"Tamam, gideceğiz" dedi, ama trajik sonu.. Jak Bey'e nasıl darbe olan o trajik sonu..
Bakar mısınız.. Yukardaki cümleyi yazarken "Trajik" derken, j yerine f yazmışım.. Trafik olmuş..
Ordan hatırladım.. Jak Bey'le İstanbul Trafik Vakfı'nın kurucuları arasındaydık. Sakıp Ağam da vardı. İnan Kıraç vardı. Barış Manço vardı.. Doğal Başkanı da İstanbul Valisi'ydi.
Başlangıçta çok önemli işler yaptık. Mesela mafyanın elinde olan ve tetikçilerini beslediği otoparkların Vakfa devrini sağladık. Bu parkların başına da emekli polisleri getirdik. Hem otoparklara düzen geldi, hem de mafya tetikçileri tam da halkın göbeğinden silindiler.
Sonra Vakfın devlet tarafı işi gevşetti. Ben de bir daha adım atmaz oldum.. Şimdi hâlâ duruyor mu bilmem..
Oysa çok önemli çözümler getirebilirdik, İstanbul'a..
Kaç yönlü bu ülke için çırpınan bir iş adamıydı Jak Bey.. Kendi kafasında yetiştirdiği oğulları da öyle..
Işıklar içinde yat, Sevgili Dostum!.
Sen ülkemizi, Türkiye'mizi aydınlattın. Yüce Tanrım da seni aydınlatsın!.
İkimiz de ayni Tanrı'nın çocuklarıyız!.
***
Para!..
Sevgili Mevlüt (Tezel) çok ama çok önemli bir konuya değinmiş, aslında ekonomi sayfalarımızda manşet olacak bir konu..
Pendik'te bankadan çıkıp lüks arabalarına binen iki kişinin 70 bin dolarını, onları banka kapısında izleyen iki kişi kapıp kaçmış.
Vukuat- adiye nerdeyse.. Bu kaçıncı?.
Mevlüt "Gazeteci gözü" ile bakınca olaya, asıl önemli ayrıntıyı manşetine almış..
"Parayı elde taşımak mı kaldı?." 70 bin dolar günümüzde, kime niye verilecekse, neden alacak olanın banka hesabına transfer edilmez de elden götürülür, hiç düşündünüz mü?.
Benim düşünmeme gerek yok Mevlüt.
Yaşadım çünkü..
Evim için güzel bir şey seçmiştim. Satan da yakından tanıdığım..
"Kaç para" dedim.. "16 bin lira" dedi.
"Yolla" dedim. "Ben de parasını yollarım." Akşam üstü, kargom geldi. Ertesi sabah Yasemin'e "Şu numarayı ara, banka numarasını al, 16 bin lira havale et" dedim..
Az sonra Yasemin geldi..
"Bankayla havale edeceksek, 18 bin 500 liraymış Hıncal Bey" dedi.. "16 bin lirayı elden istiyor." "Yani satış kayıtlı olursa vergi verecek.
Beni de vergi kaçakçılığına alet ediyor öyle mi" dedim. "Devletin vergi alacağını, bana indirim diye yutturuyor. 18 bin 500 lira çıkar, bankayla Yaso" dedim.
O arkadaşımı da defterden sildim!.
***
Yaşa Yüksel!..
Bu kadar magazin sayfamız, bunca magazin ekimiz var.. Onların yapamadığını Yüksel Aytuğ, dün Yakından Kumanda köşesinde iki satırla yapmış..
"Şov dünyasının ünlü kadınlarını tanımak için onlara birer çip takılmasını öneriyorum. Zira estetik müdahalelerle hepsi birbirine benzedi."
Aynen öyle Yüksel.. Aynen öyle.. O estetik, o botoks mezarı ifadesiz suratların hepsi öyle birbirinin kopyası oldu ki, en sevdiklerimin yüzüne bakamaz oldum. Resmen bakamıyorum. O zaman da kaçıyorum. Kaç dost kaybettim, o yüzden.
Mesela, aile dostumuz, can kardeşim Emel Sayın, o dünyanın en anlamlı yüzünü, okurlarımın çok iyi bildiği sebeplerle nefret ettiğim "Tıp Mucizesi (!) Seda Sayan'a ikiz kardeş gibi benzetince, Emel'i de görmeye tahammül edemez oldum.
O kadar çok ifadesiz, kişiliğini yitirmiş, ruhsuz, birbirinin ayni, klonlanmış surat var ki dünyamızda Yüksel, ayırmaya çip yeter mi, yoksa bunlar "Yapay Beyinleri" de iflas mı ettirir bilemiyorum..
"Her yaşın ayrı bir güzelliği var" şarkısını kim ezberletti, bu ülkede üç kuşağa, bir düşünün sevgili okurlar?
Kendi kişiliği, ruhu ve güzelliğiyle yaşlanmayı bilmeyen bu güruh, aynaya bakıyor mu acaba?.
"Hıncal değişti" diye beni itham edenler o aynada asıl değişenlere bakıyor çünkü.
***
Beş Dakika!..
Almanya- Türkiye dostluk maçında, dördüncü hakem uzatma levhasını kaldırdı. "5" rakamını görünce, Kasımpaşa maçında "5" levhası kalkınca sahadan KA- ÇAN Fatih Terim'i hatırladım, ister istemez..
Nasıl hatırlamam!.
Şenol Hoca'nın takımı da, Fatih Hoca'nın takımı gibi 1 farkla gerideydi "5 dakika" levhası kalkarken..
Ama Şenol Güneş, Fatih Terim gibi kaçmadı..
O son beş dakikada, bir topumuz direkten döndü, buna rağmen beraberlik golünü attık.
Ertesi gün gazetelerde artık "Bitmeden kaçan" Fatih Terim'in spor dilimize kazandırdığı bir laf vardı..
"Biz bitti demeden bitmez!."
***
Tebessüm
Tim uzun süren bir birliktelikten sonra, kız arkadaşıyla nihayet evlenmişti. Balayından döndüler. Tim, bir akşam golf sopalarını hazırlarken, eşi onu uzun uzun seyretti ve "Tim" dedi.. "Düşünüyorum da, artık evlendiğimize göre, golfü bırakmanın da zamanı geldi. Orada nerdeyse koca bir gün geçiriyorsun. Golf sopaların çok çok güzel. Onları iyi bir fiyata satabiliriz."
Tim dehşet içinde eşine döndü..
"Bir an eski eşim konuşuyor sandım" dedi.
"Eski eşin mi" diye haykırdı karısı.. "Benden evvel evlendiğini bilmiyordum."
"Evlenmedim ki" dedi, Tim!.
Sevdiğim Laflar
Sahip olduğumuz para, özgürlük için bir araçtır. Sahip olmadığımız ve olmaya çabaladığımız para ise köleliğin aracı!
Jean- Jacques Rousseau