Bu köşeye 1989 sonunda başladık.. Yani aşağı yukarı 30 yıldır açık bu dükkan.. Ve eski okurlarım bilirler..
Ben köşemde pek resim kullanmam.. Narsist değilim. Kendi resmim 30 yılda 30 defa ya çıkmış, ya çıkmamıştır. Bir resim eğer tek başına haber değeri taşıyorsa, anlatmaya değer bir hikaye, yazmaya değer bir yorum içeriyorsa, o zaman kullanırım..
Ama 30 yıldır, editörlerime ve sayfa tasarımcılarıma anlatamadığım bir şey var.
"
Verdiğim resimleri sayfa süsü gibi, pul kadar kullanmayın. Hele içindeki ayrıntılar önemliyse, onların da rahatça görüleceği bir büyüklükte olmalı.."
Sayfaya süs gerekiyorsa
ve reklamlardan kalan
yer izin veriyorsa, gazetemiz
ressamları, konuyu hatta
benden iyi anlatan çizimler
yapıyorlar.. Bakarken bayılıyorum.
Anlatamadığım ikinci şey de dişi yazı nefretim.. "
Ben dişi yazı istemem.
Sayfa okunmak için yapılır. Duvara asıp bakmak 'Vay be ne sayfa yapmışım' demek için değil" diye kaç
kez yazdım.
Cyrano Bergerac'ın meşhur lafını defalarca örnek verdim..
"
Elbisem gösterişsiz olunca süsüm tamam olur.."
Marifet en
kolay okunacak
sayfayı, en güzel
yapmaktır..
*
Dün "Ramazan öncesi yoğunlaşan Müslüman düğünleri" diye bir yazı yazmıştım.. Hani İslam'da, ramazanda düğün olmaz. İki bayram arasında evlenmek de pek uğurlu sayılmaz ya.. The New York Times o yoğunlaşan İslam düğünlerini yazmış, Mısır, Lübnan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan'dan falan.. Yazıya iki resim seçtim. Birbirinin zıddı..
Biri Kahire'den.. Tıklım tıklım sokakta, gelin ve damat dışında maskeli olan bile yok. Herkes nerdeyse yapışık. Yani, "Aldırmazlık" dorukta..
Öbürü Beyrut'tan. Zengin gelinle damat düğünlerine 3 bin kişi davet etmişler.. Geniş açıdan çekilmiş fotoğrafta sadece ikisi var, merdiven başında.. Yani "Yalnızlık" hissi bu kadar verilir.
Resimler kendileri konuştukları için, fazla bir şey yazmadım.
Korunanın insanlara verdiği iki zıt his, "Yalnızlık ve Aldırmazlık" üzerine düşünün istedim.
Ama sayfayı hazırlayan arkadaşlarım -ki ne koşullarda çalıştıklarını iyi biliyorum, onlara minnet ve şükran borçluyum, o ayrı- fotoğrafları pul gibi kullanmakla kalmamış, üzerlerine hem de dişi ve okunmaz yazı ile resimaltlarını bindirmişler ki ne resim anlaşılsın, ne resimaltı okunsun..
Onun üzerine bu resimleri bugün bir daha koymaya ve bu yazıyı yazmaya karar verdim..
Bu yazıdan pay çıkaracak pek çok yazar, tasarımcı ve editör arkadaşım olacaktır sanırım.
Bu gazeteleri kendimiz için değil, okurlarımız için yapıyoruz.
Bunu hiç ama hiçbir gazetecinin unutmaması gerekir.
***
Bak Çekirge!..
Sabah postadan bir kitap çıktı. "Bak Çekirge.." Meslektaşımız Cem Sancar yazmış..
Hani elinize yeni bir kitap gelince, "Neymiş bu" diye bir sayfa açar, tararsınız ya.. Kahvemi içerken öyle yaptım ve açtığım sayfada kaldım.
"Her sabah yeniden" yazıyordu, sayfanın başında..
Tesadüfe bakın.. Dün sabah benim köşemdeki en tepe yazıda da "Her sabah dünya yeniden kurulur" başlığı vardı, iyi mi.. Hadi okumayın bakalım.. Sadece girişini nakletmek için sözü Cem'e bırakıyorum. Gerisi..
Siparis@kopernikkitap.com
*
"Aleme günaydın diyorum ya, önce içime diyorum."
Ben aleme günaydın diyorum ya, önce içime
diyorum. Orada yaşlı bir bilge, Osmanlı bir anneanne,
pervasız bir delikanlı ve kalbi kırık bir çocuk
var. Esas o çocuğa diyorum işte. Esas ona..
Sabah şerifler hayrolsun da diyebilirim, good morning de, fark etmez benim için. Bak Çekirge:
Her ne kadar gençliğin verdiği bir çiğlikte ve demsiz yaşıyorsan da, gözlerinde atan o naif kalbine yekten günaydın..
Güneş yeniden, hep yeniden...
..............
Hayat dediğin nedir ki zaten? Hep yeniden başlamıyor mu, her sabah?
*
Hıncal'ın notu.. Uzak Doğu Felsefesini anlatan ve bizde de çok tutulan Kung Fu dizisinde (70'li yıllar), üvey kardeşini aramak için Batı'ya gelen ve zengin Amerikalı adamla, Çinli Kadının yetim oğlu olan Kwai Chang Caine'e (David Carradine) ustası Şaolin Rahibi Kör Po, "Çekirge" adını vermişti.
Po, nasihatlerine "Bak Çekirge" diye başlardı.
***
Müzik hayattır!..
Hem de nasıl hayattır, inanmazsınız..
Dün sabah gene baş ucumda otomatiğe bağlı radyom beni, sekizi beş geçe, TRT Nağme ile uyandırdı.
El yüz yıkama.. Sonra mutfak masasında kahvaltı ve salona geçip, televizyonu tıkladım.
TRT Müzik.. Alt köşede programın adı var..
"Müzik hayattır.." Anadolu'yu dolaşıyor ve hayatlarında müzik olan insanları ekrana getiriyorlar..
Bir erkek saz çalıyor. Bir kadın okuyor..
Ama nasıl okuyor.. TRT'nin "Assolist" diye yayınladığı, haftalık programlar tahsis ettiği güya(!) torpilliler var ya.. Hepsine taş çıkartır.
"Bülbülüm altın kafeste"yi söylüyor.
Kala kaldım ekran başında. Kimliği bindi az sonra.. "Yasemin Yılmaz/ Öğretmen.." Bu öğretmenlik kutsal meslek gerçekten..
Böyle sesin olacak ama sen öğretmenliğe devam edeceksin..
Gözlerinden değil, ellerinden öperim Hocam.. Günüme nasıl iyi başlattın, beni..
Müzik gerçekten hayattır, dostlar!. İnsana can verir. Dün bana verdiği gibi..
***
Teşekkürler, Mehmet Barlas!..
"Sanırım coğrafyanın bize yazgı olarak sunduğu düşünce suçundan ötürü tutuklulukları, cezaevlerini falan bir noktada geride bırakmamızın zamanı geldi, geçiyor... Kendisi de bir şiir okudu diye cezaevine gönderilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sonunda bu reformu mutlaka yapacaktır."
Bu satırlar, sevgili Mehmet Barlas'ın dünkü yazısının sonu..
Çetin Altan ve İlhan Selçuk'la başlayıp, bugünlere gelmiş.. Aslını bulup okuyun lütfen..
Bir şiir yüzünden hapislere giren, seçilme hakkını yitiren, Başkan Recep Tayyip Erdoğan "Damdan düşenler"in başında geliyor..
"Halden bileceğine inanan"lardan biri de benim..
FETÖ tezgahlarından, Ergenekon ve Balyoz diye bilinen ayıplara karşı bu gazetede savaş veren bir yazar olarak, bunu yapmak da görevim zaten..
***
Tebessüm
Sarışın benzinciye girdi. Yağı kontrol için ön kaputu açtı. Az sonra, elindeki yağ çubuğu ile içeri girdi ve görevliye seslendi..
"Affedersiniz, daha uzun bir yağ çubuğu alabilir miyim?."
"Tabii, Bayan" dedi, görevli.. "Ama niye daha uzun bir çubuk istiyorsunuz ki?."
"Bu, dipteki yağa yetişmiyor da ondan!."
Sevdiğim Laflar
"Bir insan ne kadar kendi kendisine yeterse, başka insanlara o denli az ihtiyaç duyacaktır. Yüksek bir zihin düzeyinin, o insanı toplum dışına itebilmesinin sebebi budur."
Arthur Schopenhauer