"52. yıla girerken halim tam bir kara mizah" diye başlık koymuş
Güngör Denizaşan dostum, bana yolladığı mailin tepesine..
Keşke mizah olsa Güngör.. Keşke mizah olsa..
Güngör Denizaşan, Türkiye'nin hayatta kalan son "
Beyoğlu muhabiri.." Mesleğin son anıt adamı.. 87 yaşında.. Ayakta ve çalışıyor.. "..
du" desek daha doğru.. Çünkü..
Çünkü.. Baştan alalım..
O zamanlar Beyoğlu muhabirleri en önemli adamlardı. Ülkeye gelen yabancı ünlülerin kaldıkları oteller sadece Beyoğlu'ndaydı. İstanbul'un bugün artık izi bile kalmayan gerçek sosyetesi, her türlü özel günlerini, başta Hilton bu otellerin salonlarında yaparlardı.
Bu yüzden Beyoğlu muhabirleri ellerinde fotoğraf makineleri,
7/24 Beyoğlu'nu arşınlarlardı.
Hele arşınlamasınlar..
Beyoğlu burası.. Her gün, onlarca organizasyon var. Her gün onlarca ünlü gelip gidiyor..
Atladın mı biterdin. Atlattın mı rakipler deliye dönerdi..
Beyoğlu muhabirliği muhabirlik merdiveninin en üst basamağıydı..
Büyük gazeteciler, spor, polis ve Beyoğlu muhabirliğinden yetişirdi hep.. Beyoğlu en büyük okuldu.
Güngör o dönemin en ünlüsüydü işte..
O devir bitti. Magazin muhabirliği bitti. Her gazete ayni havuzdan beslenip, utanmadan, sıkılmadan ayni resimlerle ayni haberleri paylaşmaya başladı..
Güngör onlara uymadı. Kendisine ve mesleğine saygıdan, "
gazetecilik yapmaya" devam etti..
Peki nasıl?.
"
Gazette 13" diye bir gazeteyi kendi imkanları ile çıkarmaya başladı..
Tek başına gazete çıkar mı?.
İnsanda yürek, ruh, azim ve inanç olursa çıkar..
Mesleğe ve kendine saygı olursa çıkar.
Geçen yılın sonunda 52. yıla girdi, Güngör'ün tek başına çıkardığı gazete..
"
52 yıl" diyorum..
Tek başına 52 yıl gazete çıkaran adama verilir bu ülkede eğer değerli, geçerli, umursanan, aldırılan bir gazetecilik ödülü varsa..
Sırf kendilerinden bahsetsin diye ota boka ödül verenler, nerden bilecek Güngör'ü. Hem bilseler de ne yazar?. Güngör'ün kendi elleri ile dağıttığı
Gazette 13, onları yazsa ne olur ki?. En tirajlı gazetelerin adamlarına dağıtacaklar ki ulufe gibi ödüllerini, birinci sayfa haberi olsun, on para etmez kurumları..
Buna
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti dahil..
87 yaşında bir adam, tek başına 52 yıldır gazete çıkarıyor, haberiniz yok?.
Peki utanmanız da mı yok?.
Ahmet Misbah Demircan, Beyoğlu Belediye Başkanı ve yakın dostumdu. Ara Güler'e sahip oldu.
O emsalsiz Ara Koleksiyonu sayesinde kurtuldu.
Doğuş Holding el koydu ve o paha biçilmez hazine, İstanbul, Türkiye, dünya insanın, insanlığın oldu.
Ara gitti. Hazine duruyor.
Demircan'a "
Şimdi sıra Güngör'ün hazinesinde" demiştim.. Güngör'ün 70 yıllık
Beyoğlu muhabirliği fotoğrafları, "
Yaşayan İstanbul Tarihi"dir.
"
Başkan" dedim.. "
Güngör Beyoğlu'nda yaşıyor. Bir apartmanın en üst katında..
Yaşı 80'leri geçti. Her gün bitmez tükenmez merdivenleri inip çıkmak zorunda.. Çünkü en altta kedileri var.. Güngör'ün sahiplendiği mahalle kedileri.. Onlara yem, su verecek.
Bir de o.. Hem o hazineyi kurtar, hem Güngör'ü.."
Ne var ki kolları sıvamaya yetmedi.
İkinci dönemi de dolmuştu Beyoğlu Başkanlığı'nda.. AK Parti kurallarına göre, "
3. dönem" yoktu. Gitti. Geleni de tanımıyordum.
Ama Demircan şimdi Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı.. Yani Güngör'e hem de nasıl sahiplenecek, maddi ve manevi yasal güce sahip..
..Ve üstelik o emsalsiz "
Yaşayan İstanbul Tarihi" hazinesini bakanlığa kazandırmak
ve şu anda resmen terk edilmiş ve unutulmuşluğun
hüznü içinde, kelimenin tam anlamıyla "
Sefiller"i
oynayan Güngör Denizaşan gibi bir anıta,
"
Yaşayan Son Gazetecilik Anıtı"na sahip
olmak, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın görevi ayni
zamanda, Sevgili Demircan..
Bu yüzden Güngör'den bana gelen ve beni utançtan yerin dibine sokan o mektubu buradan aynen sana yolluyorum.. Açık Mektup olarak..
"
Niye sen utanıyorsun ki" diye sorarsan..
"
Bir Güngör'e bile sahip çıkamayan bir ülkenin ferdi olduğum için utanıyorum.."
İşte Güngör'ün Mektubu, Demircan Bakanım!..
Aynen.. Kelimesi kelimesine..
*
Hani bir deyim vardır "
Gülerim ağlanacak halime.."
Bizimki de tam cuk oturmuş.
Aynı binada bir daire. Hem evim hem iş yerim..
Dairenin deprem sigortası yapılmış ve yıllardır primleri zamanında ödeniyor.
26 Eylül'de deprem oluyor ve bina anında ilgililer tarafından mühürleniyor. "
Oturulamaz.
Hayati tehlike arz ediyor" denerek.. Gazetenin bütün arşivi, ev olarak kullanılan bütün eşyalar da içerde kalarak mühürleniyor..
Kaldık mı dımdızlak sokakta. Hemen sigorta şirketine müracaat ediyoruz. "
Bu bina depremden dolayı mı hasar gördü" diye rapor istiyorlar. Ama ne raporlar türlü türlü.
Sanki depremi biz yapmışız gibilerinden... Belediye "
oturulamaz" diye rapor veriyor, sakıncalı buluyor.
Sigorta şirketi bunu kabul etmiyor ve "
oturulamaz" denilen bina için hasar ödemiyor.
Kaldık mı beş parasız sokakta?.
26 Eylül'den bu yana nerede ise beş ay geçti.
Sonuç sıfır.
Sigorta "
Bina depremden hasar görmedi" diyor. Peki "
oturulamaz" raporunu kim verdi?.
Binayı neden mühürlediler ve kimseyi neden o binaya yaklaştırmıyorsunuz?.
Olayı protesto etmek için, binanın önüne sehpa kurup kendimizi mi asalım?.
Tam bir kara mizah.
Elde avuçta bir şey kalmadı şimdi biz ne yapacağız..
Şimdi soruyorum sigorta şirketine? Sokakta kaldığımız beş ayın bize getirdiği zararın faturasını kim ödeyecek?.
Ben niye yıllarca "
Deprem sigortası primi" ödedim sana?.
*
Sevgili Demircan, Güngör Denizaşan'ı, onun 52 yıllık gazetesini yaşatmak, o hazine arşivi, aynen Ara Arşivi gibi kurtarmak, bu defa Kültür Bakan Yardımcısı olarak sana düşüyor.
Sadece kendi popülarizmini düşünen Ekrem İmamoğlu'na baş vurmayı ve ondan bir şey beklemeyi artık aklımdan bile geçirmediğim için, senden başka güvendiğim kimse yok..
İşte içinde Güngör'ün hayatının ve hazinesinin mühürlü durduğu binanın adresi..
"Taksim Talimhane.. Abdülhak Hamit Cad. No. 62. Serin Apt 7 ve 8 nolu daireler." Bu arada, "İnsanlar hiçbir şeylerini sigorta ettirmesinler" diye adeta ellerinden geleni yapan, sigortalısına üç kuruşluk kazık atmayı kazanç sanan ve ödemedikleri, ödemekten kaçındıkları her kuruşla bindikleri dalı kestiklerinin farkında olmayan sigorta şirketlerine gücün yeter mi, ya da onları kime havale edersin, bilemiyorum, Sevgili Demircan!.
Sevgilerimle...
***
Kanat ve RTÜK!..
Ah Sevgili Kanat ah!. Sen bu RTÜK denen kurumun ne menem şey olduğunu bilmez misin?. Yahu sen uzayda mı yaşıyorsun?.
Koskoca bir yazı yazmışsın.. Show TV, 1978 yapımı Neşeli Günler filmini yayınlarken, bir cümleyi sansürlemiş de..
Efendim, Şener Şen, Selim Naşit'i traş edicem derken suratını kanatınca, karakolluk olmuşlar. Komiser orda bağlamış işi tabii.. Şener Şen de çıkarken hava atmış..
"İçişleri Bakanı hemşerim olur.
Bir telefonla kurtardım." İşte bu cümleyi çıkarmış Show TV de, Kanat ona kızmış..
Yahu televizyonlar, neleri, nasıl sansürlüyor, buzlandırıyorlar hiç görmedin duymadın mı?.
Beyoğlu'ndaki haber filminde, dükkan isimleri buzlanıyor yahu..
"Ya RTÜK gizli reklam diye ceza keserse" diye..
Adam elini dudağına götürüyor.. Sahne buzlu.. Buzun içinden duman üflüyor havaya..
Onu görüyoruz, ama eşeğiz ya, sigara içtiğini anlamıyoruz..
Şimdi bizi "eşek" sanan, buzlamayı yapan kanal mı, RTÜK mü, bil bakalım!.
Hayır RTÜK, Mütük değil Kanat..
Kanalları korkularından kendi kendilerini sansürlüyorlar. Oto sansür yani..
Bu RTÜK'ün, neye, kime, ne zaman, nasıl ceza keseceği belli değil Kanat!. Yıllardan beri belli değil..
O zaman "Korkulu rüya görmektense uyanık yatar" bir cümleyi makaslar, bela olacak her şeyi buzlarsın biter gider!.
***
ZAN Ligi!..
Cemil Usta Sezonu falan palavra..
Ülkemizde, Zorlu Toplantısı'ndan bu yana "ZAN" Sezonu var.
"Bu sezon zan altında" falan demek istemiyorum..
Koyduğum ZAN adı, Zekeriya, Ali ve Nihat adlarının baş harflerinden oluşma..
O ZOR'lu toplantıda, Ali olan, Zekeriya'ya, Nihat'a hadlerini bildirdi ve 2019- 2020 sezonunun şampiyonunu "Fenerbahçe" olarak ilan etti.
Zekeriya ile Nihat da o günden bu yana, aldıkları talimata uymak için ellerinden geleni ardlarına koymadılar..
Adı Nihat olan, yani Özdemir, bugün basın toplantısı yapacak ve "Görevinden istifa ettiğine dair çıkan çirkin(!) ve kasıtlı(!) haberler"i yalanlayacakmış.
Yalanlar..
Çünkü o ZAN sezonunun başkanı, görev bitmeden istifa edemez.
Yani "Zorlu" toplantıda aldığı görev, hani!.
***
Tebessüm
Arabamızın arka koltuklarına doğru yürürken beş yaşındaki oğlum Temel "Ben sola oturacağım" diye bağırdı. Dört yaşındaki Dursun, çığlık attı.. "Hayır!. Sol benim.."
Kavgayı önlemek için araya girdim..
"Bak Dursun. Temel senin büyüğün. Seçim onun hakkı.. Solda ağbin oturacak!."
Temel "Teşekkür ederim, anneciğim" dedi.. "Sol ne taraf?.."
Sevdiğim Laflar
"Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez....!" Sokrates