Çek maçında iki sahne gözümün önünden gitmiyor.. İkisinde de Emre Morvar.. Birincisi, Burak'ınattığı golden sonra.. Golpasını veren Emre golüatan Burak'a koşuyor. Burak'ın o anda ne Emre, hatta ne de golle ilgisi var. Tribünlere dönmüş, utanç verici, yüz karası bir hareket yapıyor. Artık kime, ya da kimlere yapıyorsa, kol boyu "Geçirdim" hareketi bu.. Hakem o hareketin anlamını bilse daha o an kırmızı kart görür..
Gole sevinme değil, öfkeye yenilme iğrençliği, Burak'ın o golü Türkiye değil, kendisi için attığını bağırıyor.. Yakın çekimde Emre'yi gördüm, tekrarda.. Onun yüzündeki o çocuksu sevinç, çocuksu mutluluk, çocuksu coşkuyu..
İkincisi.. Emre kanatta topu kaptı, önündeki rakibini geçti. Birini daha.. Hızla akıyor Çek kalesine.. Dört kişi etrafını sararken 20 pastan şutu çaktı.. Kıl payı üstten avuta gitti top.. Gene yakın çekime Emre'nin yüzü girdi. Bu defa tam tersi, gene nasıl masum, gene nasıl çocuksu, ama nasıl içten "Üzüntü" fışkırıyor içinden..
Arda'yı anlatacağım yazıya Emre ile girmemin sebebi var. Çünkü Milli Takım Kaptanımız ve benim hayatta en sevdiğim insanların başında gelen (Okurlar yakından bilirler) Arda'nın, deneyimli ve Barcelona'ya gidecek kadar yetenekli Arda'nın, gencecik Emre'den öğreneceği şeyler var, çünkü.
Üç maç boyunca da Arda'da böyle içten sevinç, ya da böyle yürekten bir üzüntü ifadesi gören oldu mu televizyonların başında..
Aklımda kalan tek Arda, İspanya maçında, sol kanatta topu bomboş kaptığı halde, hızla ileri fırlayacağına topa basan, duran ve geri pas veren 10 numaramızdı. Bu yüzden ıslıklandı. Islıklanınca küstü.. Tribünlere değil, takıma küstü Kaptan.. İyi mi?. Geri kalan 20 dakika tek topa koşmadı. Tesadüfen ayağına gelen her topu bir metre ötesinde durana attı.. Hep yana ve geriye.. Takımı 10 kişi bıraksa daha iyiydi. Çünkü kalanlar ona göre oynardı. Hayalet Arda'yı "Var" sandılar oysa..
"Fatih Terim bu ayıba daha ne kadar tahammül eder" diye bakıyordum ki, aklıma sığmayan bir sahne gördüm. Tam 8 dakika sonra, Terim, son değiştirme hakkını Arda'yı değil, Selçuk'u kenara almak için kullandı. Sanki Arda'yı maç sonuna dek yuhalatarak cezalandırmak istiyordu. İspanyamaçını kazanmasak bile atılacak,ya da yenecek gollerin "Enİyi Üçüncüler" averajını nasıl etkileyeceğinibile bile yaptılar bunu,Milli Takımın Hocası ve Kaptanı..
Neyse..
Şimdi "Maçı yaşamak" deyince, Kaptan Arda'nın genç Emre'den neler öğrenmesi gerektiğini anlatabildim mi?.
Kaptanımız Fransa'da hiçbir maçı yaşamadı.. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız,inandığımız, çok şeyler beklediğimizArda'nın kendisi değil,hayaleti vardı sahada.. Protestoların sebebi, beklentilerin büyüklüğü idi.
Arda'nın "Türk Milli Takımı"na küsmesini kabullenmek, mazur görmek mümkün değil. Zira Arda, aslında "Tribün protestosu" konusunda fevkalade deneyimliydi. Fransa sürpriz olmamalıydı ona.. Daha İstanbul'da Galatasaray'ın kaptanı iken, kendi tribünleri nasıl yuhalıyordu onu.. "Git Arda" diye yazdım.. "Sen bu seyirciyelayık değilsin. Aldığın ilk teklifikabul et, Avrupa'ya git.. Sen geleceğinMessi'sisin. Kimse farkındadeğil.."
Bu yüzden benimle alay etti, medyamız.. "Messi ve Arda ha" diye kahkaha dolu yazılar yazdılar.. Arda Atletico'ya gitti. Orda harikalar yaratınca, Barcelona onu altı ay oynatamayacağını bile bile transfer etti. Louis Enrique öyle istiyordu çünkü.. Süre bitince de, Messi'nin arkasına, İniesta'nın yanına koydu..
Her Arda maçını izliyorum.. Aaaa!.. Bizim Arda ortalarda yok.. Orta sahada Emre Çolak gibi boş dolanıyor. Top ona geldi mi de, Selçuk gibi en yakına, yana ve geriye oynuyor. İstatistiklere iyi pas geçiyor ya.. Bir maç, iki maç.. Beş maç..
Enrique, Rakitic'i almaya başladı ilk 11'e.. Arda o üstün yeteneğini kullanmazsa, o zaman fiziği daha iyi, çok daha iyi koşan Rakitic'i niye tercih etmesin..
Bir maçın ardından Arda'ya "Odana kapan ve maçı başından sonuna izle. Sonra karar ver.. Sen Hoca'nın yerinde olsan, Arda'yı mı, Rakitic'i mi oynatırsın" dedim.. "Yeteneklerini sahaya koymazsan, riskleri göze alıp, hamlelerini yapmazsan o takımda olmanın anlamı kalır mı?. Barcelona yıldızlar takımı.. Seni de 'Yıldız' olduğun için aldılar. Sıradan işler yapan bir adama onca para dökerler miydi?."
"Hıncal Ağbi hocanın isteklerine uymak zorundayım" dedi. Aklım almadı tabii, Enrique'nin bu kadar ısrarla ve inatla istediği adama "Sahada boş dolaş, top sana gelince de en yakına at" dediğini..
Arda, Barcelona'da bir türlü Arda gibi, bir türlü cesur oynayamadı. Takıma, son dakikalarda adeta "Prim alsın" diye girer oldu. Tribünlerin bütün sempatisini kaybetti. İspanya'da "Yılın En Kötü 11'i"ne seçildi. Alex Ferguson, futbol dünyasının en büyüklerinden biri Fergie, "Messi'nin ötekilerden farkı ne" sorusuna tek kelime ile cevap vermişti. "Cesareti!.."
Arda, dünya medyasının önüneçıktığı Fransa'da da cesaretini ortayakoyamadı. Gencecik Emre Mor,topu her aldığında yüreğinin büyüklüğünükanıtladı oysa.. Ne hızlı çıkışlar,ne çalımlar, ne çok riskli ara pasları.. Topu her aldığında oyunu hızlandırdı. Takımı ileriye, gole taşıma inanç ve inadını sürdürdü.. O yüzden de gönüllerin sevgilisi oldu.
Hepsinde başarılı olamadığı halde, tribünler onun yüreğini hissettiler. Onun cesaretine, hızına hayran kaldılar.. O girene kadar ağır aksak, adeta durarak oynayan ve oyunu bir hamle ileri taşımayı düşünmeyen takımın nasıl değiştiğini gördüler..
Arda'nın, Emre'den öğrenmesi gereken ikinci şey de bu..
Cesaret!. Bunu öğrenirse, seneye Barcelona'da takımın değişmezi olur. Yoksa unutulur gider..
Bak Arda!.. Seni Arda yapanvasıflarını sahaya koymazsan,Türkiye İkinciLigi'nde bile oynamanzor.. Bunu kafanasok. Sen 1.90 boyunda bir kazmaolsan, takımda yer bulabilirsin belki.. Taktik sebeplerle.. Ama senin bir takıma, fiziğinle girecek yapın yok. Sen "Yetenek"lerinle oynar, yeteneklerinle "Yıldız" olur, alkışlanırsın..
Bu yetenek sende var. Seyirci de olduğunu biliyor. Bu yüzden senden çok şey bekliyor. Sen, onları hayal kırıklığına uğratınca, onlar da seni kırıyorlar.
Tribün protestosu dünyanın her tribününde vardır. Sen eğer takımın "Yıldız"ı, hele de kaptanı isen "Küsme" hakkın olamaz..
Alacaksın İspanya maçı kasetini.. Kapanacaksın odana ve kendine bakacaksın "Bu seyirci beni niye ıslıklıyor" diye.. O zaman göreceksin Arda, Fransa'da niye protesto edildin?. İspanya'da niye "En Kötü 11"e seçildin!.
İşin bir de saha dışı yanı var ki, ondan da yarın söz edeceğim, Sevgili Kardeşim!..
************************
Tebessüm
Adam hapşırırken elini ağzına götürdü. Karısı seslendi..
"40 yıldır evliyiz. Hapşırırken ağzını kapamayı ilk defa öğrendin, aferin sana.."
"Kapamasam dişlerimi nasıl yakalarım" dedi, adam..
************************
Sevdiğim Laflar
"Zafer, ısrar eden ve dayananındır." Napoleon Bonaparte(Teşekkürler Mehmet)
************************
Tahıl yemek ömrü uzatır!
Kerametleri kendilerinden menkul bir takım diyet uzmanları, hele de son günlerde bizim ünlü hocalar "Ekmek yemeyin" çığlıkları ile fırıncıları isyan eder hale getirirken, Amerika'da yapılan iki bilimsel araştırmanın sonuçlarını The New York Times'da okudum. İkisinin de sonucu ortak. "Tam tahıllı şeyler yemek, erken ölüm riskini azaltıyor." Birincisi diyor ki, "Her güntam tahıllı yemek, ya da ekmekyemek, kanser, kalp, solunumve şeker hastalığı sonucu ölümrisklerini azaltıyor.."
Yanlış okumadınız..
"A- zal- tı- yor!."
Raporu yazanlar 45 araştırmada, biri hiç tahıl yemeyen, öteki her gün 90 gram tam tahıllı ekmek yiyenler takip etmişler.. Tahıl yiyenlerde ölüm oranı yüzde 17 daha az!.
İkinci rapor toplam 786 bin 76 gönüllünün katıldığı 14 araştırmanın sonuçları birleştirilerek hazırlanmış. Burada da tam tahıllı ekmek ve yemekler yiyenler, tüm ölüm oranlarında yüzde 16 avantajlı çıkmışlar. Kalp ve damar ölümlerinde oran hatta yüzde 18'e çıkıyor. Yüzde yüz tam tahıllı bir ince dilim ekmekte 16 gram tam tahıl var. Günlük tavsiye edilen miktar ise 48 gram. Yani her öğünde bir dilim..
************************
İşte Mahşerin Dört Atlısı!..
Sevgili Nuyan Ağabeyi, perşembe öğle Teşvikiye'de uğurladık.. Türk basınının bu 65 yıllık emektarının cenazesine hiç kameraman gelmemişti. İyi de oldu. Bu yüzden cami avlusu, kamera açısına göre koşuşan, görüntüye girmek için çırpınanlarla dolmadı bu defa.. Medyadan çok dost vardı. Özellikle de Nuyan Ağbi dönemini yaşayanlar, onunla çalışanlar.. Nuyan Ağbinin yaşayan okul ve Fenerbahçe arkadaşları da ordaydı, Fenerbahçe Yönetiminden bir tek kişiyi göremedim. Şaşırmadım da..
Eşi Fatoş ve çocukları Süreyya ve İpek, dimdik ayakta idiler. Onları böyle sağlam, böyle metanet içinde görmek beni ayrıca sevindirdi.. Salı gurubu, nerdeyse tam kadro oradaydı..
Kalabalığın arasında elime bir resim ulaştı. Köşemde gördüğünüz resim..
"Arkadaşlar bize, 'Mahşerin Dört Atlısı' derlerdi" diye yazmıştım ya, perşembe günü.. İşte hemen her Olimpiyat, her Dünya Atletizm Şampiyonasını yan yana izleyen dört adam, 1997 Atina Dünya Atletizm Şampiyonası'nda, ev sahibi Atina Belediyesi'nin düzenlediği bir eğlence gecesinde, bu resimde.. 19 yıl olmuş.. Baktım da.. Dün gibi oysa..
En solda Foto Muhabiri arkadaşımız İlyas Namoğlu.. Onun yanında Cüneyt Ağabey.. Koryürek.. Ortada ben. Benim sağımda Nuyan Ağabey (Yiğit), onun yanında, daha o zaman aramıza almaya, atletizmi sevdirmeye çalıştığımız genç Hürriyet Muhabiri (Bugün spor müdürü) Mehmet Aslan.. En sağda da Kenan Onuk!...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.