Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana Türkiye'nin savunmacı bir mantığa sahip olması ve tepkisel bir dış politika benimsemesi ve bu vizyonun yeni şartlara uygun olmadığı haklı olarak eleştiriliyordu. Bu çerçevede AK Parti iktidarının ilk günlerinden itibaren değişim çabaları sergilendi.
Türkiye'nin daha aktif ve daha atak bir dış politika geliştirmesinin gerekliliği vurgulandı. Ancak bu hedefin ne kadar gerçekçi bir hedef olduğu hep tartışmaya açıktı. Türkiyeadına böylesi bir vizyonbenimseyebilirsinizama bu vizyon sahagerçekliğiyle uyuşmuyorsabaşarı elde edemezsiniz. Türkiye'nin yeni vizyona olan ihtiyacını hepimiz biliyorduk. Ancak ihtiyaç olması yapılabilir olduğu anlamına gelmiyor. Ulusal ve bölgesel gelişmelerin o vizyona ne kadar müsaade ettiğini değerlendirmek gerekir.
Mesela bir yandan Türkiye'nin otonom bir dış politika izlemesi gerektiğini söyleyip bir yandan da Amerika'ya çok yakın durarak ve Amerika'nın bölgede attığı adımlardan kazanç çıkarmaya heveslenmek yeterli değildir. Arap Baharı esnasında Amerika öncülüğünde bir değişim gerçekleşeceğini ve bu değişimin Türkiye'nin güçlenmesine katkı sunacağını düşünecek olursanız daha otonom bir Türkiye inşa etmek bir kenara Amerika'ya daha da bağımlı hale gelirsiniz. Çünkü ne yaparsanız yapın Amerika'yı kendi çıkarlarını bir kenara bırakıp Türkiye'nin beklentilerine uygun hareket etmeye zorlayamazsınız.
Gerçekten otonom bir dış politika kurgulamak istiyorsanız, böylesi bir dönemde yapabileceğiniz en fazlası aktif bir kaçınma siyaseti izlemektir. Mümkün olduğunca sorumluluktan kaçmanız gerekir. Türkiye Suriye'de Amerika'ya yakınlıktan uzun süre kaçamadığı için büyük hasarlar aldı. Vizyon ile saha şartları arasındaki uyum iyi sağlanamamıştı.
Ancak son 3 yıl içinde vizyon ile saha şartları birbirine daha uyumlu getirildi. Otonomi mücadelesi içerisinde olan Türkiye'nin tek başına belli bir kampla birlikte hareket edemeyeceği ve ilişkilerini çeşitlendirmesi gerektiği ortaya çıktı. O tarihten bu zamana hem daha bağımsız bir pozisyon kazandı hem de başta Suriye olmak üzere birçok alanda büyük kazanımlar elde etti. Vizyon ve davranış kalıpları hem birbiriyle hem de saha gerçekleriyle uyuştuğunda sorunların hepsi teker teker çözülmeye başladı. Erdoğan öncülüğündekibu yeni harekettarzı her şeyden öncedoğru bir konjonktürokumasına sahip. Türkiye Amerika'nın felç olduğunu ve hareketsiz kalacağını gördü. Bu sayede Suriye'deki askeri operasyonlar mümkün hale geldi. S-400 işinde maliyet çıkmayacağı anlaşıldı. ABD'nin tehditlerinin çoğunlukla içi boş olduğu görüldü. Adım adım alan açıldı. Her adımdan sonra diplomatik müzakere süreci tekrar devreye sokuldu. Bu sayede Türkiye bugün yıllardır dile getirilen vizyona uygun bir konum ve davranış tarzına kavuştu. Bölgesel dengelerdeaşırı bir değişim olmadığımüddetçe bu yenihareket tarzı ve otonomtutum Türkiye'nin ciddianlamda güç biriktirmesinekatkı sunacaktır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.