Şenol
Güneş "kaybetmemek" istediği maçlar haricinde, özellikle de Şampiyonlar Ligi'nde sistem veya anlayış değiştirmeden oynattı takımını. 3'te 3 yaparken de bu anlayışıyla hükmetti sahaya. Porto'yu da şaşkınlığa uğratırken, Monaco'yu da oyuna mahkum ederken, ofansif dizilişinden ödün vermeden oynadı. Bu kez Talisca'yı kulübede yanına aldı. Rakibin üç orta sahasına, kendi dizilişinde eşitlik getirmek istediğini söyledi gerekçe olarak. Maçın aklına uymayı tercih ederek, kendi ezberini bozuyordu. Bu argüman, kaybedecek şeylerin olduğu zaman geçerli. Dokuz puanın varsa, riski rakibinin almasını beklemek doğal strateji aslında. Ama dediğimiz gibi hem Şenol Hoca'nın hem de Beşiktaş'ın reflekslerine uymuyor.
Talisca'nın performansı tartışılacak boyutta. Lig maçlarında "yoklar" arasında geziyor. Fakat özellikle Quaresma ile sağ kanattan geldiğinde takım, o ayağın aklı da, gözü de Talisca'yı arıyor. Dediğimiz gibi ezber-alışkanlık durumu söz konusu. Monaco'nun öne geçmesini bile önemsemeyecek bir güvenle oynaması da ilgi çekici Beşiktaş'ın. Oyun alanını büyüterek ve ısrarla taç çizgilerine kadar gelerek, yan toplarla Fransızlar'ın ceza alanına çok sık geldiler. Cenk ile de, Babel ile de, Quaresma'yla da fırsatlar yakaladılar.
Beraberlikle birlikte Monaco Beşiktaş'ı daha önde karşılamak, top kaybına zorlamak istedi. Onlar da son kozlarını oynadılar. Fakat Atiba'nın önderliğinde, Oğuzhan ve Tolga'nın yardımlarıyla, pas üçgenleri kurdu Beşiktaş. Tempo düştü. Akıl, soyunma odasındaki anlara geri döndü: "Kaybetmemek lazım." Monaco bu davete "icabet" edince, yüreklerin ağızlara geldiği anlar, pozisyonlar, defanstan dönen şutlar, karamboller geldi arka arkaya. Öne geçmek adına yakalanan fırsatlarda da, en tecrübelinin (Babel) en acemi hale geldiğini izledik. Bu düzeyin en önemli prensibi yine Beşiktaş'ın elinde. Maçtan puanla çıkıyor, liderliğini sürdürüyor ve arkasındakilerin ne yapacağını sadece merak ediyor.