Ayasofya'nın tekrar cami olarak açıldığı gün, salgın riskine rağmen tarihindeki en muhteşem toplantılardan birisine sahne oldu İstanbul.
Ayasofya ve Sultanahmet'in bulunduğu alanın yanında yakın yerler de dolup taştı adeta. Bu mutlu güne şahit olabilmek için uzak vilayetlerden ve hatta yurtdışından gelip adeta bir sel gibi akan insanlar, Ayasofya'dan başlayan cemaat zincirine bağlanabildikleri her yerde seccadelerini serip namaza durdular…
86 senelik hasreti dindiren kavuşmayı yaşamak için orada bulunabilmek hakikaten önemliydi çünkü…
Her şey bir yana, sadece insanımızın bu yoğun ilgisi Ayasofya konusuna şaşı bakanların alması gereken derslerle dolu.
Milletimizin inanç ve değerlerine bağlılığını 'gericilik ve cahillik' olarak yorumlayıp, güya 'aydınlatarak' arzu ettikleri toplum yapısına ulaşmaya çalışanlar, boşa kürek çektiklerini böylelikle anlamışlardır belki.
Ancak ilk emareler, yerli ve milli olma özürlülerin milletimizin sevinci karşısında kahrolduklarını gösteriyor.
Cumhurbaşkanımız, 10 Temmuz tarihli manifestosunda şunları vurguluyordu: "Ayasofya'nın dirilişi, bu mabedin kapılarındaki zincirler yanında, topyekûn gönüllerdeki ve ayaklardaki prangaların da kırılıp atılmasıdır.
Ezanın aslına döndürülmesinden 70 yıl sonra Fatih'in emaneti Ayasofya'nın da Cami olarak hizmete girmesi, gecikmiş bir yeniden silkiniştir."
Ayasofya'nın 'zincirlerinin kırılarak' camiye dönüştürülmesinin ne manaya geldiğini bilenler sadece inanç ve değerlerine bağlı olanlarımız değil tabii.
Bu ulu mabedin müze olarak kalması için yırtınanlar da aslında bir kez daha yenildiklerinin
farkında. Bu yüzden çılgına döndükleri için de şimdi ne yapacaklarını düşünme aşamasındalar.
Salgına rağmen açılışa gelenlerin çokluğuna takmaları ve Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş'ın hutbedeki sözlerinden alakasız manalar çıkarma gayretleri, ilk tepkileri arasında…
VAKIF MALLARINA ÇÖKENLER…
Ayasofya meselesinde yenilenler, insanımızın kafasını karıştırmak için tapu tartışması başlatmaya da çalışıyor. Ayasofya'nın Osmanlı tapusu kabul edilmiş ve bu da Osmanlı tapusu ile bazı yerlerin sahibi olduklarını iddia edenlerin eline koz vermiş, güya…
Ayasofya'nın 'Ebulfeth Fatih Sultan Mehmed Vakfı'nın malı olduğuna dair 1936 tarihli Cumhuriyet tapusundan habersiz bu güruh, Danıştay 10. Dairesi'nin kararını da okumadığından, Cumhuriyet yerine Osmanlı hukukunun geçerli kabul edildiği iddiasında bulunuyor.
Ayasofya kararının bütün dünyada geçerli vakıf hukuku ile ilgili olup, vaktiyle yapılan bir yanlışın nihayet düzeltilmesi manasına gelmesi, konunun esası.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi iç hukuk kurumlarının içtihatları yanında AİHM mevzuatı da kararın referansları arasında.
Milletimiz sevindiği için üzüntüye kapılıp saldırıya başlayanlar, alakasız mevzularla kafa karıştırma peşinde yani.
Fatih Sultan Mehmed Vakfı'na ait olduğu 1936 tarihli kapı gibi Cumhuriyet tapusu ile tescilli Ayasofya'nın kıyamete kadar cami olarak kullanılması, hukukun temel gereklerinden.
Bu Osmanlı'da böyleydi, Cumhuriyet'te de böyle ve dünya çapında geçerli bir kural. Vakfedilenin, vakfedenin arzu ettiği gibi kullanılması temel bir esastır ve buna, devletler de dahil, kimse müdahale edemez…
Osmanlı tapusu üzerinden açılan davalar ise hep vardı. Bu davaların Ayasofya'nın cami haline getirilmesi ile bir alakası da yok…
Osmanlı tapusu tartışması başlatmak isteyenler, çöktükleri birtakım vakıf mallarının ellerinden gideceğinden korkuyorlarsa durum değişir tabii…