Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BRICS zirvesine özel katılımı sebebiyle Güney Afrika'dayız. Bu zirve, Türkiye'nin dünyanın yükselen ekonomileriyle ilişkilerini güçlendirmesi açısından çok önemli.
Yine ikili görüşmelerde Erdoğan'ın Rus ve Çinli liderlerle yaptığı müzakereler de çok başarılıydı. Bu konular hakkında yazmayı düşünüyordum ki Washington-Ankara hattındaki gerginlik yeni bir krize dönüştü.
Başkan Yardımcısı Pence, Türkiye'nin davet edilmediği "diniözgürlükler" toplantısında konuyu rahip Brunson'a getirdi.
Pence, önce ABD'yi dini özgürlükler cenneti, Nikaragua, Çin, Kuzey Kore, Rusya ve İran'ı da dini baskı cehennemi olarak resmetti.
Sonra da Brunson'u 15 Temmuz sonrasının "mazlumu" olarak sundu. Ve Brunson'un ev hapsine alınmasını yeterli bulmadıklarını söyledikten sonra "serbestbırakılmazsa Türkiye'nin önemliyaptırımlarla karşılaşacağı" tehdidini savurdu. Aynı yaptırım tehdidini Trump da attığı tweet ile yineledi.
***
Geçen cumartesi, ABD-Türkiye arasındaki diplomatik trafiğin riskinden bahsetmiştim.
Ana sorunun, ABD'nin müttefiklerinin güvenlik sorunlarını önemsemeyen ve asimetrik ilişkide ısrar eden tavrı olduğunu yazmıştım. İşte bu tavır, seçim kampanyasını erken başlatan Pence ve etrafındaki evanjelistlerin hırsı ile birleşince yol kazası kaçınılmaz oldu.
Üstüne bir de Washington'un süreç yönetimindeki başarısızlığını ekleyebilirsiniz.
Halbuki, diplomasi uzun solukludur, sabır ve sürekli iletişim ister. Her iki tarafın kendi içindeki koordinasyonunu varsayar.
Müzakere halindeki konuların iç siyasetin seçim hırslarına kurban edilmesi ise fırsatların kaçırılmasını garanti eder. Tehdit savurmak ise çözülecek gerginliklere yenilerini ekler, yol haritalarını çökertir.
Washington-Ankara hattında üçüncü çalışma grubu çerçevesinde bir diplomasi trafiği yürütüldüğü biliniyordu. Ne oldu da süreç çöktü? Şimdi zihinlerdeki soru bu. Washington'a sorarsanız Türkiye "büyük bir fırsat" kaçırdı. Ankara'dan bakıldığında ise yol kazasının sorumlusu Washington'daki dağınıklık, yönetimdeki koordinasyonsuzluk. Pompeo ile Pence'in sürecin gidişatı konusunda ayrı düşmeleri...
***
Ankara'nın Washington'daki muhatapları Dışişleri Bakanı Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton idi. Anlaşılan o ki, müzakerelerin gidişatından haberdar edilmeyen ya da edildiği halde seçim popülizmine yenik düşen Pence, süreci çökertti.
Evanjelist baskı altındaki Trump da aynı yoldan gitti. Brunson'un durumunu seçim sermayesi olarak kullanmayı tercih etti.
Böylece, Pompeo'nun yürüttüğü diplomasi bir tweet ile alt üst oldu. Hatta Trump, Brunson'u "iyi Hıristiyan" diye niteleyerek de meseleyi dinler arası gerginlik boyutuna çekti. Üstelik, Trump'ın yaptırım tehdidi, Kongre'nin Türkiye'yi "cezalandırıcı" yaklaşımıyla buluştu. Kongre'deki Türkiye karşıtı çevrelerle Brunson konusunu iç siyasette kullanmak isteyenler el birliği etti.
***
Elbette, Türkiye ve ABD'nin mevcut sorunlarını çözmek için yeni süreçler başlatması zor değil. Yol kazası da ilk değil. Ancak bu son yol kazasının, Tillerson'ın dışişleri bakanlığı sırasındaki diplomatik müzakerelerin çöküşünden önemli bir farkı var.
İç kamuoyu baskısından kurtulmak isteyen Trump, Türkiye'ye eleştirisini tehdit diline vardırdı. Son dönemde Trump'ın Avrupalı müttefiklerine karşı da saldırgan, tehditkâr ve milliyetçi bir dil kullandığını biliyoruz. Ancak Kudüs meselesi dahil, her yaptığı ile İslamofobik bulunan Trump'ın tehdit dilini kullanması Türkiye'deki anti- Amerikan hissiyatı daha da güçlendirir.
Kasım'daki seçimlere kadar Trump yönetiminin üzerlerindeki Evanjelist yükü, baskıyı kontrol altında tutması elzem. Aksi takdirde bu sefer ki yol kazası, zincirleme kaza olmaya eğilimli.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.