Eskiden ne kadar hacimli olursa olsun beğenerek okuduğumuz kitapları "Keşke hiç bitmese" dercesine elimizden bırakmazdık. Aynı şekilde, en az iki saat soluksuz dinlediğimiz konferanslar hakkında "Keşke biraz daha uzun olsaydı" derdik.
Şimdi öyle mi ya! Sosyal medya "içerik tüketicilerinin" iki üç sayfalık yazıya veya 45 dakikalık konuşmaya bile tahammülleri yok. Üstelik söz konusu içerikleri çok beğendikleri hâlde!
Zira, "Çok güzel yazıyorsun, bayılıyorum seni okumaya ama ne olur kısa yaz..." diyenden "Harika konuşuyorsun ama lütfen az konuş..." diyene kadar gırla gidiyor.
Bunların hâli
Woody Allen'ın bir esprisine ne çok benziyor. Bir farkla ki, Allen o esprisinde çok berbat bulduğu yemeklerin çok az olduğundan şekvacıydı, bunlar çok beğendikleri "içeriklerin" uzunluğundan şikâyetçi.
Güzelin çokluğundan şikâyetçi olmak ile berbat olanın azlığından şikâyetçi olmak arasında temelde fark yoktur.
İşbu içerik tüketicileri ne yazık ki içerik pazarlamasını da belirliyor. "Şiir sokakta" arzı endam ediyor, filozofların sözleri de "aptallara güzel gelen televizyon dizlerinde."
Geçenlerde oldukça popüler olan bir televizyon dizisinde maganda bir karakter, "Uzun konuşanı kısa dinlemek lazım... Farabi" dedi, hem de ilk mektebe giden çocuğa, iyi mi?
***
Televizyon dizilerindeki kahramanlarımızın dillerinden
Attila İlhan, Cemal Süreya,
Nâzım Hikmet dizeleri düşmüyor, birçoğunun elinden de
Oğuz Atay'ın eserleri.
Bu diziler yurtdışına da satılıyor ya, onlar da sanacak ki Türkler kitap kurdu. ("Bu yaz Türkiye'ye giderken yanımızda kitap götürmeyi sakın unutmayalım, Türklere rezil olmayalım!.." deseler yeridir.)
Oğuz Atay'ın en yakın arkadaşlarından
Bülent Korman dostumuz
"Tutunamayanlar" yazarının 47'nci ölüm yıldönümü vesilesiyle "O iç hesaplaşma peşindeydi (...) Buna niyeti olmayan milyonlarca okuru olsa ne olur..." dedi. Bu da bana, vaktiyle "Oğuz Atay'dan 5 kitap okudum..." diye hava atan bir muhtereme, "Keşke bir kitabını 5 kez okusaydın" dediğimi hatırlattı.
Bülent Korman "alıntı müptelası" olmaklığı, "Kimsenin kendi fikri olmasın ki işler yürüsün..." şeklinde yorumladı. "Manzara-i Umumiyenin" adını da Oğuz Atay'ın
"Oyunlarla Yaşayanlar" oyunundan mülhem koydu:
"Alıntılarla Yaşayanlar."
***
Alıntılarla yaşayanların en bariz özelliği, "bölmeli kafa yapısıyla" malul olmalarıdır.
Bu kafa her yerde var; Suriye'ye bakışta da elbette.
ABD karşıtlığı üzerinden Türkiye'nin Suriye politikasını yerden yere vuruyorlar ama Financial Times'a verdiği demeçte, "ABD'nin bölgeden çekilmesinden korktuklarını" dile getiren SDG Basın Sözcüsü
Ferhat Şami'nin sözlerinden hiç rahatsız olmuyorlar.
Güya antiemperyalist bir duruşla
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı BOP üzerinden yani ABD projesini uyguladığı iddiasıyla mahkûm ediyorlar, öte yandan aynı güruh ABD'nin silahla donattığı ve İsrail'in açık seçik şekilde müttefik ilan ettiği PKK/ YPG'nin oluşturduğu SDG'yi arkalıyorlar.
Bunda da herhangi bir çelişki görmüyorlar.