Amiralim o iş öyle değil
Müstefit olduk, dahası müthiş aydınlandık.
Meğer İsrail'e düşmanmış numaralarına yatan İran, gerçekte "danışıklı dövüş" yapıyormuş. Vekil güçlerinden Yemen'deki Ensarullah'ı (Husiler) ve Lübnan'daki Hizbullah'ı da "İsrail'in önünü açmak için" kullanıyormuş.
İran'ın sinsi planları hususunda halkımızı aydınlatmak kervanına çok değer verdiğim, müstafi amiralimiz Doç. Dr. Cihat Yaycı da katılmış.
Bir konuşmasında aynen şöyle diyor:
"1979'da İran İslam Devrimi yapıldığında Humeyni nerdeydi diye sormak lazım. Paris'te... Sürgündeki hükümet nerde kurulmuştu? Paris'te kurulmuştu... Fransız Hava Yolları uçağıyla Tahran Havalimanı'na inmiş ve ilk söylemi şu olmuştu: 'Siyonist İsrail'i haritadan sileceğiz.' Ondan sonra hatırlarsanız çarşaf çarşaf böyle yok İsrail'i yok edecek füzeler geliştirdik, böyle menzil haritaları falan, televizyonlarda gazetelerde bol bol yayınlandı... İsrail de kendine meşru bir sebep buldu, silahlanmak zorundayım; çünkü koskoca bir İran var bölgede, beni haritadan silmeye kalkıyor dendi; nükleer silah sahibi oldu o sayede..."
Değerli Amiralimiz Cihat Yaycı değerli düşünürümüz Yusuf Kaplan gibi Arnold Toynbee ve Bernard Lewis gibi kallavi referanslar vermiyor ama üç aşağı beş yukarı aynı sonuca ulaşabiliyor.
Yani, "İran-İsrail danışıklı dövüş yapıyor" şeklindeki ortak noktada buluşuyorlar.
Değerli amiralimiz Doç. Dr. Cihat Yaycı herhangi bir amiral değil. Mavi Vatan doktrini deyince akla ilk gelen, uluslararası deniz hukuku konusunda yazıp çizdikleriyle dosta düşmana kendini kabul ettiren askeri stratejistimiz.
Yusuf Kaplan da geleceğin Gazali'lerini yetiştirmeye kendisini adayan değerli bir düşünürümüz.
Dolayısıyla, her iki güzide insanımıza kimi "hatırlatmalarda" bulunmak takdir edersiniz kolay değil.
Lakin, ben yine de değerli amiralimiz Cihat Yaycı'nın hoşgörüsüne sığınarak bir şeycikler söylemek isterim.
Mesela, "İsrail de kendine meşru bir sebep buldu, silahlanmak zorundayım; çünkü koskoca bir İran var bölgede, beni haritadan silmeye kalkıyor..." ifadesi üzerine, İsrail'in Altı Gün Savaşı'nda nasıl kazandığını sormak isterim. Hayır yani, İsrail 1979'daki mezkur tehdit üzerine silahlanmaya başladıysa, 1968'de onca Arap devleti karşısında silahsız mı kazandı?
Amiralimiz mezkûr ifadesinin devamında, İsrail'in nükleer silah sahibi olmasını da Humeyni'nin 1979'daki söz konusu tehdidine dayandırıyor.
Halbuki, 1960'larda Negev Çölü'ndeki tesislerinde nükleer çalışmalarına başlayan İsrail, 1968'deki Altı Gün Savaşı'nda nükleer kapasiteye ulaşmış vaziyetteydi.
Sayın Cihat Yaycı'nın sandığı gibi Humeyni Tahran'a iner inmez İsrail'i kafaya takmış falan değildir; İsrail karşıtlığı siyasi mücadelesinin hep merkezinde yer almıştır. O kadar ki, İran'dan 1964'te sürgün edilme gerekçelerinin başında İran Şahı Rıza Pehlevi'nin ABD ve İsrail yanlısı politikalarına karşı çıkmak gelir.
Gelelim, Humeyni'nin arkasında Fransa'nın olduğu iddiasına...
Mahut iddia Humeyni'nin sürgün olduğu dönemde ikamet ettiği lokasyonlardan hareketle dile getiriliyorsa, ilk sürgün yeri Bursa'dır. Humeyni'nin arkasında Türkiye de vardı mı diyeceğiz? Humeyni Türkiye'nin ardından 13 yıl kalacağı Irak'ın Necef şehrine geçmiştir. Ne ki, faaliyetlerine kısıtlama getirilince 78-79 yılında Paris'te ikamet etmek zorunda kalmıştır.
Humeyni'nin arkasında Fransa olsaydı, İran İslam Devrimi'ne karşı kıyasıya silahlı mücadele veren ve İran'da birçok bombalı terör saldırısını gerçekleştiren Halkın Mücahitleri Örgütü'nün lideri Mesut Recevi'ye aynı Fransa ev sahipliği yapmazdı.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kendi silahını gömdü (23.11.2024)
- Onlara da yâr etmezmiş (21.11.2024)
- Bombayı kendisi koydu (20.11.2024)
- Haksız tartışma bu (19.11.2024)
- İsmet Özel, Seyyid Kutub ve molla (16.11.2024)
- Yemişim İran’ını (14.11.2024)
- Cübbeli Hocamın fakire cevabı (13.11.2024)
- Neden ağlıyorlar? (12.11.2024)
- Elemanın ekstrası var (09.11.2024)
- Tanrısına ne yaptıracak? (07.11.2024)