Beşar Esad'ın babası
Hafız Esad'ın 82'deki
Hama katliamının etkisiyle (gözyaşları içinde) bir şiir yazıp o dönem Millî Gazete'nin en mümtaz yazarlarından olan
Sadık Albayrak abimizin gazete adresine postalamıştım.
Sadık Abi de lütfetmiş, "Zalimler katliam yaparlar ama şairlerin doğmasına engel olamazlar" minvalinde iltifatlarla köşesinde yayımlamıştı.
Üniversiteye henüz başlamıştım, söz konusu iltifat hoşuma gitmişti ama "şair" falan olmadım. O dönem mühendislikte okuyordum, "mühendis" de olmadım. Yurtdışına üniversiteye gittim, "sosyolog" da olmadım.
Birilerinin "olmak" saydıklarını da ben "olmaktan" saymadım.
Velhasıl, hiçbir şey olmadım.
Lakin mesele olmak yahut olmamaktan ibaretse, her daim vicdanlı olmaya çalıştım.
***
Beşar Esad ile ilişkilerin en sıcak olduğu dönemde, "Ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılsın, ülke sınırları kaldırılsın..." lakırdılarının havalarda uçuştuğu günlerde, öncelikle
Suriye'nin yaptığı katliamlarla hesaplaşması gerektiğini dile getiren rahmetli
Akif Emre abimle birlikte hareket ettim.
Ne oldu biliyor musunuz?
"Suriye'yle tek devlet iki millet olalım..." yollu coşan muhteremler çok geçmeden Suriye'deki iç savaş için "Suriye'deki devrimcilere silah gönderelim" çağrıları yapmaya başladılar.
Merhum üstadımız
Sezai Karakoç'la birlikte hiç gecikmeden
"Suriye tuzaktır!" diye uyarmaya çalıştık.
Karşılığında da olmadık hakaret ve tehditlere maruz kaldık. Bir defasında,
Akif Emre,
Prof. Mahmut Erol Kılıç ve fakirin fotoğraflarımızın üzerine kan sıçratılmış tehdit bildirileriyle karşılaştık.
Ne ki vicdanım susmaya elvermedi; dilim döndüğünce anlatmaktan vazgeçmedim.
***
Suriye tuzağını görmek için de müthiş bir analiz gücüne sahip olmak gerekmezdi. İsrail'in ve İsrail'i bölgeye yerleştirenlerin emellerini unutmamak kâfiydi.
Kaldı ki her şey gözümüzün önünde olmuştu...
Hatırlar mısınız; Suriye sınırımıza 1950'lerde döşenen mayınlar 2009'da birdenbire gündem olmuştu. Tarıma elverişli bu arazilerdeki mayınları temizleyecek teçhizatın TSK envanterinde olmadığını da aynı yıl öğrenmiştik.
Ne zaman ki mayınlardan temizlemek karşılığında bu arazilerin 40 yıllığına İsrail'e verilmesinden söz edilmeye başlandı, "gizli bir planın" devreye sokulduğundan kuşku duyanlar oldu.
Ne ki, mayınlı arazi muhabbetinin hemen ardından FETÖ'nün Zaman gazetesinin dış haberler yazarları durduk yere Suriye'yi hedefe koymaya başladılar.
Neyse ki Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012'de tuzağı gördü.
Dick Cheney'nin ulusal güvenlik danışmanı
John Hannah, "Erdoğan'ın, Türk ordusunu, Suriye'de süregelen karışıklığı neticelendirmek için kullanmak istememesine
Obama'nın çok bozulduğunu" Foreign Policy dergisinde yazmıştı.
Evet, Suriye tuzaktı. Yoksa ne diye Suriye politikamızı "revize" etmeye çalışalım ki!
ABD'li Albay
Douglas McGregor açık seçik bir şekilde, "Türkiye'ye saldırması için Suriye'de PKK'yı hazırlıyoruz..." dediğine göre her şey dımdızlak ortaya çıktı.
Suriye'nin "tuzak" olduğunu söylediğimizde tek derdimiz, başta Türkiye olmak üzere bölgenin barış ve güvenlik içinde olmasını istemekti.
Şimdi de mezhep, meşrep, etnisite ve coğrafya gibi asabiyetlerden türeyen kahrolası bencilliklerimizden, hiç değilse İsrail çocuklarımızı paramparça ederken, sıyrılalım istiyorum.