Fransa'nın daha fazla direnemeyip
Nijer'den büyükelçisini geri çekmek zorunda kalması,
Afrika'daki güç dengelerinin "farklılaşmaya" başladığının göstergesidir.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim:
ABD patronu olduğu dünya sistemini tahkim etmek için her yolu denese de artık "çatırdamasına" engel olamıyor.
Çin Lideri
Şi Cinping ile
Esad arasında geçen gün gerçekleşen "stratejik ortaklık" çapındaki anlaşma bile bunun alametlerindendir.
Söz konusu anlaşma, Çin'in bir süre önce İran'la yaptığı stratejik anlaşmayla da kompakttır.
Malumunuz, İran'la 400 milyar dolarlık uzun vadeli bir ticari anlaşma yapmışlardı.
Bu meyanda, İran'ın Çin'e petrol ihracı da günlük 1 milyon varile ulaşmıştı. Swap işlemleri için de Çin bankaları kapılarını İran'a açmıştı.
Takdir edersiniz ki, Batı tarafından yıllar yılı ekonomik ambargo altında nefesi kesilmek istenen İran için nefes borusu mesabesinde bir "açılım" olmuştu.
Peki, Çin İran'a âşık olduğu için mi bunları yaptı?
Elbette değil... Her şeyden evvel İran'la anlaşmak demek, Suriye'nin de içinde yer aldığı koridorda stratejik konum elde etmek demekti.
Bu da nereden bakarsanız bakın
"Bir Kuşak Bir Yol" projesi dolayımında
ABD'ye karşı stratejik avantaj elde etmekti.
Lakin, Suudi Arabistan'ı küstürme riski vardı... Çin hemen harekete geçti ve sonuç itibarıyla İran ile Suudi Arabistan arasında son 40 yılın en pozitif süreci yaşanmaya başlandı.
***
ABD 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek Afganistan ve Irak'ı işgal ettiği dönemde, Suriye'yi de gözüne kestirip
"terörist ülke" ilan ettiğinde, hiçbir Arap ülkesi itiraz etmemişti.
Bugün Suriye'yle resmen stratejik ortak olan Çin de ağzını açmamıştı.
Bir tek dönemin Başbakanı
Erdoğan yüksek sesle karşı çıkmış, Suriye'yi arkalamıştı.
Sonra nelerin olduğunu, nasıl bir "stratejik derinliğe" düçar olduğumuzu en iyi
Davutoğlu bilir.
Bizim bildiğimiz, olan bitenin dünyadaki güç dengelerinden bağımsız olmadığıdır.
Zaten yerel aktörler planında değerlendirme yapmak çokluk yanıltıcıdır.
Bu her zaman böyledir.
Bakınız, Türkiye İsrail'i ilk tanıyan ülkelerdendi... Halbuki ilkin (1947'de) Arap ülkelerinin tepkisini de hesaba katarak İsrail'i BM'de tanımayan ülkeler arasında yer alan da Türkiye'ydi.
Ne değişmişti de 1949'da İsrail'i tanımak zorunda kalmıştık?
Hiçbir şey. Sadece ABD'den gelen baskılara daha fazla direnememiştik. Sonra da bunu Batı'ya yakınlaşmak veya entegrasyon için kıymetli bir fırsat sanmıştık.
İsrail ile 1950'de
Menderes döneminde başlayan ilişki
Abdünnâsır'ın
Süveyş Kanalı'nı 1956'da millileştirmesi sonucu daha da artmıştı.
Nihayetinde, Yunanistan Araplara yakınlaşmış, hatta Yunanların İsrail'den nefreti Arapları geçmiştir.
Buna mukabil, Abdünnâsır önderliğindeki Arap milliyetçilerinde de Yunanistan aşkı peydah olmuştu. O kadar ki Kıbrıs konusunda
Makarios'u desteklemişlerdi.
İsrail de Türkiye ile Arap milliyetçileri arasındaki söz konusu husumeti fırsata çevirerek, Suriye'yle sıcak çatışmaya girmemiz için MOSSAD marifetiyle tezvirat fabrikalarını faaliyete geçirmişti.
Çok şükür, "derin millet" İsrail'in bu tuzağına düşmemize engel olmuştu.
O derin millet ki...
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Libya'nın tüm havaalanlarını Türkiye'ye açmasına, Irak ve Suriye radyolarının başında Mehmetçiğin zaferi için Arapların sabahlara kadar dua etmesine neden olmuştur.