Demokrasi iyi güzel hoş da kapitalist dünya sisteminin "suç ortağı" olmaklığına ne diyeceğiz, bilemiyorum.
Zaten suç ortaklığını bihakkın yerine getirmediği ülkeler ne yaparlarsa yapsınlar,
"demokrat" olarak akredite edilmiyor.
Sonuç itibarıyla...
Muktedir dünya sisteminin "fermanına" göre
Batı külliyen demokrat,
Doğu antidemokrat addediliyor.
Hâliyle, halkımızın Doğu'ya nazaran Batı'yı tercih etmesi beklenir değil mi? Oysa
Metropoll'ün araştırması tam tersini gösteriyor.
Halkımız demokrasiyi umursamadığı veya benimsemediği için mi böyle? Elbette hayır... Her şeyden evvel, mezkûr tercihte belirleyici olan, ülkelerin "demokratlığından" ziyade dış ilişkilerindeki tavırlarıdır. Tahakküm ve sömürüden mi yanalar, yoksa karşılıklı saygıdan yana mı?
Ayrıca, halkımızın çoğu emperyalistlerin demokrasiyi kültürel ve siyasi tahakküm için araçsallaştırdığının farkında.
***
Söz konusu ankette, "Türkiye dış ilişkilerde ABD ve AB'ye mi yoksa Rusya ve Çin'e mi öncelik vermelidir?" sorusuna verilen cevabın partilere göre dağılımı bir hayli ilginç.
Mesela, ABD ve AB yandaşlığında
HDP/YSP ile
Ümit Özdağ'ın Zafer Partisi adeta yarışıyor. YSP/HDP yüzde 74.2; Zafer Partisi yüzde 70.6.
Birbirine taban tabana karşıt görünen bu iki parti sıra
Atlantik sistemine gelince nasıl da örtüşüyorlar değil mi?
CHP ve
İyi Parti de (onlar kadar olmasa da) ABD-AB yandaşlığından medet umuyor.
Yani,
Millet İttifakı ABD'nin patronajındaki küresel kapitalist sisteminden yana.
AK Parti,
MHP,
Yeniden Refah Partisi, hülasa,
Cumhur İttifakı seçmeni
ise ağırlıklı olarak bu sisteme karşı.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Metropoll'ün anketinin partilerin
"ilerici" ve "gerici" karakterlerini ortaya
çıkarttığını, gerici eğilimlerin Atlantik sistemine
bağlı olduğunu dile getirmiş.
Nereden baksanız, çok çarpıcı bir yorum bu!..
***
Türkiye'de Allah, Kitap, Peygamber diyenin "gerici" ilan edildiği dönemler oldu.
Bu yüzden olsa gerek ilk dönem Yeşilçam Sineması'nda Allah yerine Tanrı demeye özen gösterildi. Allah sadece (Hıristiyanlıktaki teslis inancını anıştırırcasına) "Allah baba" derken rahatlıkla terennüm edilirdi.
Attila İlhan bir defasında şöyle demişti: "En aklı başında sandığımız 'ilerici' yazar, 'aydınlanma'yı öne çıkarıp, ülkenin geçmişini 'gericilik' diye karaladı mı, tarihi misyonunu yerine getirdiğini sanıyor... Öyleyse, niye aynı şeyi, kendine örnek aldığı 'aydınlanmış' Batılı ülkeler yapmıyorlar? Niye Fransa'da 15. yüzyıl şairleri ya da 16. yüzyıl 'mütefekkirleri' (Katoliğin domuzu da olsa) hatırlanıyor da, senin ülkende İmam Gazalî'den, Nâsırüddin-i Tûsi'den, Ahmet Yesevî'den ya da Kâtip Çelebi ve Pirî Reis'ten bahsedersen 'gerici' oluyorsun?.."
Attila İlhan ecnebi kültürünün Türkiye'deki acenteliğini yapmayı marifet bilen aydınları
"komprador ilerici" tesmiye etmişti.
Perinçek çok daha devrimci bir çıkışla, Batıcılara daha doğrusu Atlantik sisteminden yana olanlara "gerici" diyor...
Yalçın Küçük mü demişti; "Tevfik Fikret'i verelim, Mehmet Akif'i alalım" diye.
Mehmet Akif'i vermediğimiz gibi
Nâzım Hikmet'i de Amerikan bayrağının altında
yatan
Can Dündar gibi gericilere bırakacak
değiliz.
Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa İlker Yücel, "FETÖ'nün ekmeğine yağ sürmeyin" başlıklı yazım üzerine, "Tuna, Aydınlıkçıları yani bizi eleştiriyor. 'Tüm tarikat ve cemaatleri hedef almak antiemperyalist mücadeleye zarar verir' fikrini esas alıyor. Önemli bir tartışma. Derinleştirelim bu konuyu" demiş.
Evet, derinleştirelim. Hatta işin içine "gerici/ilerici" kavramlarını da katalım ki daha kompakt olsun.
Bu vesileyle, Kurtuluş Savaşı'mıza omuz vermek için Libya'dan koşup gelen Senusi tarikatının şeyhi
Ahmet Senusi'yi de yâd etmiş oluruz.