Kılıçdaroğlu kaset kumpasıyla
CHP Genel
Başkanlığı'na oturtulduğundan
bu yana onca yıl
geçtiği hâlde hâlâ "siyaset
adamı" olmayı başaramadı.
Gerçi hiçbir zaman böyle bir derdi de olmadı.
Dahası, toplumsal talepleri demokratik siyasi araçlarla yönetebilecek kabiliyeti olmadığı gibi herhangi bir siyasal düşünceyle de temsille de alakası yok.
Tek hedefi var: Cumhurbaşkanı olmak.
14 Mayıs'tan sonra adeta kimlik değiştirmişçesine "başkalaşması" veya Millet İttifakı'ndaki paydaşlarıyla imzaladığı
"Ortak Politikalar Mutabakat Metni"nin hilafına,
Ümit Özdağ'la dün protokol imzalaması mezkûr hedefine ulaşmak için her şeyi yapabileceğinin de göstergesi.
Bakınız...
Sevgili Kılıçdaroğlu'na "Görev süren boyunca sadece Erdoğan'dan talimat alacaksın; o ne diyorsa noktasından virgülüne kadar uygulayacaksın..." şartıyla Cumhurbaşkanlığı koltuğunun garantisi verilsin, hiç düşünmeden atlar.
Hayır, abartmıyorum.
Kılıçdaroğlu ile mutabakat imzalayan Ümit Özdağ bile bu konuda benimle aynı kanaatte değilse, hiçbir şey bilmiyorum.
***
Ahir ömründe Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak istiyor. Başka bir meselesi, düşüncesi, ilkesi, davası, ülküsü, mefkûresi yok.
Gelgelelim, 14 Mayıs'ta cumhurbaşkanı olamadığı gibi ikinci turda da olamayacağı anlaşıldı.
Kılıçdaroğlu'nu,
"Gel bakalım Kemal" deyip "milliyetçilik" moduna
soktular. Eşzamanlı,
Kandil ve
FETÖ networkuna da
"Yeni sürüm Kemal'e" zarar verecek açıklamalardan uzak durmalarını
söylediler.
Elbette bunlar yetmezdi. Kılıçdaroğlu'nun bir günde "milliyetçi" olması, Kandil ve FETÖ'yle mesafeli bir pozisyona geçmesi nereden bakarsanız bakın inandırıcı değildi.
Bu sorunu aşmak için de yanına Ümit Özdağ'ı vermeyi kararlaştırdılar.
Soru şudur: Ümit Özdağ'a bu "görevi" nasıl kabul ettirdiler?
Nihayetinde seçimden hemen önce
"AK Parti gider 6'lı masa gelirse, FETÖ geri döner..." demişti. Bir defasında da (özetle)
"Kılıçdaroğlu seçilirse iç savaş çıkar" yorumunu
yapmıştı. Kılıçdaroğlu'nun CHP'si için de,
"Atatürk gelse CHP'nin kapısından giremez!"
öngörüsünde bulunmuştu.
Zaten Kılıçdaroğlu'nun müttefiki
Akşener'in partisinden de sırf FETÖ ile iltisaklı oldukları iddiasıyla ayrılmıştı.
Masanın yedinci ortağı
HDP'yi zaten meşru bir parti olarak görmüyordu. Hatta seçmenini bile. (HDP'ye oy vereceğini söyleyen sokaktaki genç bir kıza, "Halbuki hiç de katile benzemiyorsun..." diye çıkışmıştı.)
CHP İttifakı istese de protokolde yer alan Anayasa'nın ilk 4 maddesi ve 66. Madde'yi değiştiremezdi. Zaten Meclis çoğunluğu Cumhur İttifakı'nda. Hâliyle söz konusu protokol maddesinin, Kılıçdaroğlu'na destek vermenin meşrulaştırma gerekçesi veya kamuflajı olmanın dışında pratikte hiçbir anlamı yoktu.
Geriye sadece Kılıçdaroğlu'nun "Kayyum denen garabet uygulamayı tümüyle bitireceğiz" vaadinin, "Kayyum atamasına devem edilecek" şekilde değiştirileceğine ilişkin protokolün 4. Madde'si kalıyordu.
Bu maddedeki kurnazlığı da Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Utku Reyhan, dermeyan etti. Mahut protokolde kayyum atama uygulamasının dayanağı olan "idari tasarruf" ortadan kaldırılıyordu.
Kafanız mı karıştı?..
Hiç karışmasın.
Şaşmaz pusulayı aklınıza getirin. Yani, düşman okları kime yöneliyor, ona bakın.
Türkiye düşmanı müstevlilerin ve PKK'dan FETÖ'ye kadar bilumum taşeronlarının kime karşı ve kimin yanında olduğu gayet net değil mi?