SALİH TUNA

Tanrım ne saflık

CERN'de "Tanrı Parçacığı" peşine düştükleri dönemde şöyle bir haber ortalığa saçılmıştı:
"Işık hızı aşıldı..."
Haliyle herkes şaşırmış, "Işık hızı nasıl aşılır?" diye sormaya başlamıştı. Mebzul miktarda insan evladı da "Işık hızı aşılınca ne olur?" sorusuna zıplamıştı.
Bu soruların cevabına geçmeden evvel nasıl bir evrende yaşadığımız hakkında şuncağızı hatırlatmak isterim:
Işık hızı saniyede üç yüz bin kilometre yol aldığı halde ışığı hâlâ bize ulaşmamış sayısız gezegen var.
Zaman malumunuz göreceli bir kavram. Bulunduğumuz yere ve hareket hızımıza bağlı olarak değişir.
Mesela, belirli ışık yılı mesafesindeki bir gezegendeki gözlemci, bizim henüz Orta Asya'dan yola çıktığımızı söyleyebilir.
Dahası, ışığı bize gelmeyen herhangi bir gezegenden bakıldığında dünyanın varlığı bile söz konusu değildir.
Evrende kapladığımız yerin ontolojik sorgulaması bizi "gerçekliğin" izafiliğine götürür. Yani, kaza ve kader tartışmalarının beyhudeliğine.
Zira, zamandan müstağni olan yüce Yaratıcı'nın kaderi bilmesi de kadere mazhar olanlara "mazeret" teşkil etmez.

***

Gelelim şimdi "Işık hızı aşılırsa ne olur?" sorusuna...
Şöyle bir örnekle izah etmeye çalışayım: Bu okuduğunuz yazıyı ışık hızından daha hızlı kaleme alabilseydim, sadık okurlarımdan Engin Özkoç bu yazıyı ben yazmadan okumuş olurdu.
Başka bir ifadeyle, önce o okur, sonra ben yazardım.
Gerçi normal hızda yazdığım yazıları da hiç okumadan anlayan zibil gibi muhalif var.
Bunların "ışık kaynakları" sınırsız olduğu için bir şey diyemeyiz.
Schopenhauer, ahmağın birinin sorduğu soruya "Bilmiyorum" cevabını verir. Ahmak da zevkten dört köşe olmuş vaziyette, "Senin gibi bir bilgenin her şeyi bildiğini sanırdım" der. Filozofumuz da "Bilgi sınırlıdır, sadece aptallık sınırsızdır" karşılığını verir.
Bunlarınki de böylesi bir sınırsızlık işte.

***

Evrenin oluşmasını sağladığı iddia edilen Higgs (bozonu) parçasına Nobel ödüllü fizikçi Leon Lederman "Tanrı Parçacığı" demiş, bizde de böyle dolaşıma girmiştir.
İyi ki de böyle dolaşıma girmiş; "Allah Parçacığı" ifadesi bence yakışık almazdı.
Demem o ki, kimi zaman Tanrı demek daha evladır. "Tanrı misafiri" gibi.
Geçenlerde "Tanrı..." dedi diye şarkıcı Kıraç'a olmadık tepki gösterenler olmuş. O da naçar, "Uzatmayın, Tanrı da deriz, Allah da, Hakk da" demiş.
Sezai Karakoç da "Gökte yapılıp yere indirilen şehir" olarak tanımladığı Kudüs'e "Tanrı şehri" der.
Ben de bu yazımın başlığını İlhami Çiçek'in "Satranç Dersleri"ndeki "ey e hattındaki budala / Tanrım ne saflık" dizesinden seçtim.
Saflık da sınırsızdır da onun için.
Farah Zeynep Abdullah adlı aktris bacımız, "Devlet ve Allah kelimesini aynı yerde görmek istemiyorum..." deyince çağrışım yaptı.
İyi ki sadece soyadı Abdullah. Yani, Allah'ın kulu. Ya adı Farah Devlet Abdullah olsaydı?
Pardon, ne demişti Schopenhauer?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.