Sevgili Kılıçdaroğlu'nun
"Ben Kemal. Geliyorum!" diye parti
merkezine astırdığı eşek kadar
flama sizi bilmem ama beni çok etkiledi.
Hatta, "Gelse de bitse..." derken buldum kendimi.
Gerçi, "Geliyorum" kelimesinin sonuna koyduğu "ünlem işareti" içimde her an gelmeyebilir gibi bir his uyandırmadı değil.
Kafam karışık; gerçekten de gelecek mi, gelecekse ne kadar gelecek, emin değilim.
"Ne kadar gelecek" derken, yanlış anlaşılmasın, seçimden yüzde kaç oranında oy alarak gelecek demek istemiyorum.
Seçim yüzdesinden değil, yetki yüzdesinden bahsediyorum. Hani
Davutoğlu seçilecek cumhurbaşkanını eşit oranda yöneteceğiz demişti ya, onun için.
Sanırım gelirse de 7'de 1 oranında gelecek. Zira, masanın herkese malum sır mesabesindeki ortağı
HDP ile birlikte 7 ortağı var.
Tövbe Yarabbim; 7 kişi ortak danaya giriyormuşçasına, ortak cumhurbaşkanına giriyormuş gibi.
***
Keşke bir
ikinci Kılıçdaroğlu olsaydı da "Gel bakalım Kemal"
deseydi, "Gel bakalım Muharrem"
dercesine.
Ne yazık ki yok!
Haliyle, sevgili Kılıçdaroğlu kendi göbeğini kendi keserek, "Ben Kemal. Geliyorum!" demek zorunda kaldı.
Fakat ne bekleyeni var ne çağıranı... Geçtim çağırandan, kaçtır "Ben adayım" demeye getiriyor, kurulmasına önayak olduğu 6'lı Masa bile duymazlıktan geliyor.
Yazık ki yazık, hal-i pürmelali,
Cansever'in o meşhur
"Çağrılmayan Yakup"unu fena halde çağrıştırıyor.
O şiirden tornistan edecek olursak vaziyet şudur: "Daha hiç çağrılmadım / Biri olsun 'Kemal!' diye seslenmedi hiç / Ben, yani Kemal, Kemal'in hiç çağrılmamış şekli..."
***
Önümüzdeki 14 Mayıs seçimleri hiçbir zaman olmadığı kadar Türkiye'deki seçimden ibaret değildir.
Küresel emperyalizm Türkiye'deki vesayet kalelerini kaybetti. Tek umutları muhalefet kaldı.
İktidara söz geçiremedikleri için de söz geçirebileceklerini iktidara taşımak istiyorlar.
Gelgelelim, kurmaya çalıştıkları tuzağın "işbirlikçileri" çarşafa dolanmaya başladı.
Dolayısıyla daha direkt müdahale etmeye başladılar.
En son olarak Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere'nin başkonsolosluklarını kapatmaları bunun göstergesi.
Bahaneleri terör! Maksatları Türkiye'yi sıkıştırarak iktidarı zayıflatmaktan ibaret.
İsveç polisi nezaretinde Kuran-ı Kerim yakma provokasyonuyla, Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya girmesini terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmaktan vazgeçme şartına bağlamasını "ifade hürriyeti" alanına kaydırarak "boğuntuya" getirdiler.
"Kuran yakmanın ifade özgürlüğüyle ne alakası var" demeyin. Çünkü böyle bir tartışmaya girmek söz konusu "boğuntunun" amacına hizmet eder sadece.
Yoksa bunların ikiyüzlü olduğunu bilmeyen yok.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning bile Kuran'-ı
Kerim yakılmasını ifade özgürlüğü
kapsamında gören Batı'yı inanç özgürlüğü
konusunda ikiyüzlü olmakla suçladı...
Uzun lafın kısası:
Türkiye'deki seçim, "aferin" almak için Batılıların gözlerine bakanlar ile bağımsızlık yolunda yürüyenler arasındadır.