Azgın azınlığın içinde bile "Devleti temsil makamına 'ahır', devletin başına / cumhurbaşkanına / başkumandana 'öküz' demekte ne var?" diyeni görmedim.
Belki tozutanlar vardır ama ben rastlamadım.
Haliyle, aynı hakaret suçunu tekrar işlediği için tutuklanan
Sedef Kabaş'ı savunan arkadaşlar, "düşünce ve ifade özgürlüğünü" öne sürüyorlar.
Peki, mahut hakaretleri düşünce ve ifade özgürlüğü içinde görüyorlar mı?
Hayır.
Görmüş olsalardı, karartmaya çalışmazlardı.
Demek ki hakaret etmeyi doğru bulmuyorlar veya kamuoyunun doğru bulmayacağını hesaba katıyorlar.
Bu bile iyidir, umut vericidir.
En azından hakarete "ilkesel" olarak karşı çıkmanın göstergesidir.
***
Keşke yargı bağımsızlığı üzerinden hükümeti eleştirenler de biraz ilkeli olabilseler.
Mesela, Türkiye'deki yargı kararlarının ardından parmak sallayan ABD'ye de
"yargı bağımsızlığını" hatırlatsalar.
Tam aksine, seviniyorlar.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Ned Price, Sedef Kabaş'ın tutuklanmasından ötürü "hayal kırıklığına" uğradıklarını söyleyince yine çok mutlu oldular.
İçlerinden bir kişi çıkıp da...
İlhan Selçuk'lar sorguya çekilirken,
Erol Manisalı'lar,
Nedim Şener'ler,
Emin Gürses'ler tutuklanırken "ifade özgürlüğünü" neden bir kez olsun ağzınıza almadınız demedi.
Doğrusunu isterseniz, ABD'nin "hayal kırıklığının" artık önemi yok.
Ona bakarsanız,
15 Temmuz'da onca insanı katleden örgüte hâlâ yardım ve yataklık yapmaktan, güney sınırlarımızda terör devleti kurulması için malum terör örgütlerine binlerce TIR silah yardımı yapmalarına kadar bizim de çok "hayal kırıklığımız" var.
Yanlış anlaşılmasın, "hayal kırıklığımız var" dediğim, lafın gelişi.
Yoksa kış kışlığını, ABD de ABD'liğini yapacak.
***
İllaki "hayal kırıklığından" dem vuracak olursam, muhalefet eşrafının ABD ve İngiliz büyükelçileriyle görüşme yarışını anabilirim.
Akşener daha geçenlerde ABD'nin Ankara Büyükelçisi
David Satterfield ile bilmem kaçıncı sır görüşmesini yapmıştı. Akşener'in yüzünde "Rabbi Yessir" gördüğü
İmamoğlu da geçen gün (millet karda kıyamette yardım beklerken) İngiltere Büyükelçisi'yle yemekte yakalandı.
Hayır, yakalandıklarında mahcup falan da olmuyorlar. En kötüsü de bu ya, bahsi diğer.
Sevgili Kılıçdaroğlu da bunlarla görüşe görüşe "eski deliklerden yeni bakışlar" atmaya başladı. Sanki onca şey yaşanmamış gibi,
"Bu ülkeye demokrasi gelecekse bunun yolu Diyarbakır'dan geçer" mavalı okuyor hâlâ.
Diyarbakır tezgâh tabii; ABD tezgâhının kamuflajı.
Diyarbakır çok umurlarındaydı sanki...
Uzun lafın kısası, dünya sisteminin patronu ABD'nin onaylamadığı "demokrasinin" geçeceği hiçbir yol yoktur.
ABD onaylı demokrasinin de ne olduğunu parçalanmış
Irak'ta hepimiz gördük.
İmdi soralım:
Yüz binlerce Iraklı çocuğun ilaç ambargosuyla ölümüne neden olan "demokrasi", Irak'a hangi yollardan geçerek girdi?