Geçtiğimiz günlerde (6 Aralık) ahiret yurduna hicret eden
Prof. Teoman Duralı'yı yıllar önce bir televizyon programına misafir ettiğimde hasbi ve dobra sesi kulağıma değer değmez müthiş güven duyduğumu dün gibi hatırlıyorum.
Öyle bir ses sahibi kılınmıştı ki kişiliğiyle tastamam müsemma.
Nasıl tok, nasıl gümrah!..
Hiç tanımasanız bile bu sesin sahibinin yarım yamalak konuşmayacağı, kimsenin avuruna zavuruna bakmayacağı, "demeye getirmek" ile asla işi olmayacağı, neyse meramı "dan" diye söyleyeceği hissine kapılırdınız.
Şehrin öte yanından gelen tam bir kahraman gibiydi.
"İngiliz-Yahudi medeniyetinin" bilumum taşeronlarının olanca ayartıcılıklarına, köklerimizden utanan müstağrip aydınların iğvasına karşı, "Taklit, teslim olmak, giderek yok olmaktır" diyerek özgüven aşılayan müthiş bir bilgeydi.
***
Merhum Teoman Hocamız bilge olduğu kadar da mütevazıydı.
Fildişi kulesinde yaşamadı.
Hep halkın içindeydi ve en önemlisi tavır sahibiydi.
Bir defasında
BBC'nin
15 Temmuz gecesi yaptığı yayınlara dikkat çekerek şöyle
demişti:
"Adamlarının iktidarı zorbalıkla ele geçirdiği zannıyla bir zil takıp oynamadıkları kaldı. Ertesi sabah, darbe teşebbüsü akim kaldığı anlaşılınca da, akıllarına hürriyet ile demokrasi geliverdi..."
***
Teoman Hocamız henüz 4-5 yaşlarındadır.
Zonguldak Kozlu'daki evlerinin penceresinden denize bakar. Uçsuz bucaksız
Karadeniz'e. "Gökyüzüyle denizin birleştiği ufuk çizgisinde ne var?" diye merak eder durur. Büyük bir olasılıkla su oradan boşluğa dökülüyor diye düşünür. Günün birinde gemi şeklinde bir tahta parçası bulur. Arkadaş grubunda yer alan kendisinden 6-7 yaş büyük bir çocuğa, "Abi bak, ne buldum?" deyince arkadaşı ilgisiz gözlerle bakıp, "Bu tekne" der, "Kim bilir o karşı tarafta bir çocuk kaybetmiş olmalı..." Şoke olur. "Abi" der, "Karşı taraf dediğin ne, oradan su boşluğa dökülüyor!" Arkadaşı bakakalır. "Oğlum sen ne kadar aptal bir çocuksun!" der, "Ne suyu, ne dökülmesi; orası Rusya."
Teoman Hocamızın coğrafya tecessüsü böyle başlar.
Öğrenme iştiyakı başlayınca da bitmez.
Malayca'dan Latince'ye birçok lisan öğrenir. Derken büyük bir âlim, düşünür, felsefe profesörü
Teoman Duralı olur.
Fakir de Karadeniz çocuğuyum. Teoman Hoca'yla hemen hemen aynı yaşlarda evimizin penceresinden çok baktım uçsuz bucaksız
Karadeniz'e. Özellikle de ufuk çizgisinin kızılca kıyamet olduğu akşam vakitleri seyretmeyi hiç kaçırmazdım.
Lakin, suyun nereye döküldüğü sorusu hiç aklıma düşmezdi.
Çünkü ufuk çizgisini, gökyüzünün bükülüp denizle birleştiği yer sanırdım. Tüm hayalim o ufuk çizgisine gitmek, masmavi gökyüzüne sırtımı yaslayarak ayaklarımı upuzun uzatıp, sağ ayağımı sol ayağımın üzerine koyarak evimizi, evimizin penceresini oradan seyretmekti.
Kimseye bu hayalimden söz etmedim. İlk kez size anlattım.
Ufuk çizgisine yaslanıp ense yapmayı hayal edeceğime, suyun nereye döküldüğünü merak etseydim belki ben de bir şey olurdum.
Yazık ki hiçbir şey olamadım.
Kendi mağaramın Oblomov'uyum. Evimin duvarlarına bakıp duruyorum.
Sancho Panza olsa "Zavallı ben" derdi. Ben ne desem bilmem ki.