Gladyo'yla iltisaklı aydınlar makulesi ve bu aydınların şebelek "izcileri" için 2011 milattır.
Unutmuş olamazsınız:
"Erdoğan 2011'den sonra çok değişti..." deyip duruyorlardı ya hani.
Çünkü...
Pensilvanya sakininin, "İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda evet oyu kullanmak lazım" dediği 12 Eylül 2010 referandumu istedikleri gibi sonuçlanmış,
"Teknik Nakavt" aşaması tamamlanmıştı.
Yani, devletin "kılcal damarlarına" yerleşme işlemi nihayete ermişti.
Sıra "yeni vesayet" ile uyumlu çalışacak siyaset esnafına ve özellikle de siyasi lidere gelmişti.
Bunun için de hiçbir vesayete boyun eğmeyeceğinden emin oldukları
Erdoğan'ı tasfiye etmeleri gerekiyordu.
***
Dönemin
Taraf ve
Zaman gazetesi yazarçizerleri de "toplu ayin" yaparcasına mahut lakırdıyı terennüm ediyorlardı.
Mesela, 2011'den önce
"Erdoğan gibi bir lider var mı dünyada" diyerek o güne
kadar hiçbir "yandaşa" nasip olmayan "güzellemelerde"
bulunan
Ahmet Altan da "Erdoğan
2011'den sonra çok değişti" diyenlerin önde
gidenleri arasında yer aldı.
Bu itibarsızlaştırma kampanyalarının ardından da Gladyo'nun
17-25 Aralık "yolsuzluk susturuculu darbesi" geldi.
Malumunuz, darbe çıktısı tapeleri, Meclis kürsüsünden okuması için
Kılıçdaroğlu'nun eline verdiler. O da kanunu / hukuku hiçe sayarak bihakkın okudu. Böylece
"maskeli adamlarla" ilişkisi de alenen başlamış oldu.
Lakin, başaramadılar.
Sayın Erdoğan "kısık sesiyle" direndi ve kumpaslarını boşa
çıkardı.
En son
15 Temmuz işgal girişimlerine karşı da bu aziz millet çıplak elleriyle direndi ve vatanımızı işgale uğratmadı.
***
Bu süreçte çok ilginç bir şey oldu:
"2011'den sonra Erdoğan değişti" kampanyasıyla eşzamanlı, "Atatürkçülük" de değişmeye, daha doğrusu "değiştirilmeye" başlandı.
Merhum
Attila İlhan bir defasında şöyle demişti: "Mustafa Kemal'in baş özelliği Batı'ya karşı olmak, antiemperyalist olmaktı. Yavaş yavaş
Atatürkçülük değiştirildi. Batı'ya karşı olmaktan, antiemperyalist olmaktan çıkarıldı, laiklik taraftarı olmak oldu..." Atatürkçülük bu sefer "laiklik taraftarı" olmaktan da çıkartılarak
"Erdoğan düşmanlığına" indirgendi.
Zaten
Saadet Partisi'nin de içinde yer aldığı "yıkım ittifakını" laiklik taraftarlığıyla konsolide etmek mümkün değildi.
"Erdoğan düşmanlığı" her bakımdan kullanışlıydı.
O kadar ki, hem tezkereye "Hayır" diyerek PKK'ya siper olabiliyor, hem şehidin bacısına küfredebiliyor hem de Atatürkçülüğünüz hiçbir zeval bulmayabiliyordu.
Şu hale bakar mısınız:
Daha dün
"Atatürk'e karşı PKK'nın yanında" yer alanlar, bugünlerde Erdoğan'a
karşı Atatürk'ün yanında yer aldıklarını söyleyebiliyorlar.
PKK'lı teröristlerin önüne yatarak,
"Silah bırakmak ağırınıza gitmiyor mu?.." diye feryat figan eden
Hasan Cemal bile
Atatürkçüleri taklaya getirmeye çalışıyor.
Geçenlerde gündüz gözüyle "Erdoğan'a karşı Atatürk'ün yanındayım!.." dedi.
Ona bakarsanız,
İsrail'den Macron'un Fransa'sına,
Yunanistan'dan Biden'ın ABD'sine kadar alayı "Erdoğan'a karşı Atatürk'ün yanında!"
Fakat...
Attila İlhan'ın "antiemperyalist" Mustafa Kemal Atatürk'ü de, "yeni mandacı" Hasan Cemalgillerin Atatürk'ünün karşısında, onu ne yapacağız?
Kavga yanlış yerde aranmasın.
Kavga antiemperyalistler arasında değil,
Nâzım Hikmet'in dediği gibi Türkiye'yi Amerikalılara satmış ve satmaya devam edenler ile yurdunu savunanlar yani 2. Milli Bağımsızlık Savaşı verenler arasındadır.