Her zafer Allah’ın bir lütfudur
Tesbih (hamd), bağışlanma ve tövbe hayatın her anında ihmal edilmemesi gereken bir fazilettir. Manevi güçtür, durulanma yoludur, emirdir. Özellikle manevi yardım gördüğümüz hâllerde kalp ve dilimizi bu manevi hazlarla doldurmalıyız. Mekke'nin fethinden, hatta "Veda Haccı"ndan sonra çokça okunan ve mealini vereceğim "Nasr Suresi" bizler için tarih boyunca bir yol haritası oldu. Ayet, müminlerin manevi fethinden sonra yapmaları gereken görevleri fısıldıyor:
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman; insanları Allah'ın dinine bölük bölük girerken gördüğün zaman; artık Rabbini hamd ile tesbih et ve bağışlanma dile. Mutlaka O, tövbeleri çokça kabul edendir." (Nasr 1/3).
KISA AMA UZUN BİR SURE
Bu sure çok kısa ama bir o kadar da uzun. Hayatın tümünü kapsayan bir mesaj taşıyor. Bakın sure neleri sıraya koyuyor:
1. Allah'ın yardımı gelince...
2. Fetih gerçekleşince...
3. İnsanlar Allah'ın dinine yönelince...
4. Hamd et.
5. Bağışlanma (istiğfar) dile.
6. Tesbih et, Allah'ı çokça an.
7. Çokça tövbe et.
Müslümanlar fetih boyunca her zaferi Allah'ın bir lütfu, her mağlubiyeti ise nefislerinin bir hezeyanı saymışlardır. Başarıyı kendilerinden değil, Allah'ın kereminden saydılar. Bunu sadece savaş kavramıyla özdeşleştirmeyin. Hayatın her adımında bu böyledir.
Mekke'nin fetih günü, başını devenin sırtına indirip Mekke'ye secde halinde giren Allah'ın Resulü tam da surenin emrini yerine getirdi. Kâbe'ye secde halinde girerken, "Allah birdir. O en büyüktür. Bütün karşı unsurları tek başına mağlup eden O'dur" cümleel - rini fısıldıyordu. Zira manevi boyun eğiş, tevazu, mahviyet olmasa zafer olmaz. Zafer olsa da geçicidir ve mağlubiyet unsurlarını taşır.
YAVUZ'UN KAFTANINDAKİ ÇAMUR
Yavuz Sultan Selim Han, kutlu müjdeyle gittiği Mısır seferinden stratejik bir başarıyla dönüyordu. Adana civarında yol yağmurdan çamura dönmüştü. Bir ara müstakbel "Şeyh-ül İslam" ama o zaman "kazasker" olan İbn-i Kemal'in atının ayağından sıçrayan çamur Yavuz'un kaftanına geldi. İbn-i Kemal mahcup oldu. Bunu fark eden Yavuz şöyle dedi: "Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için bir övgü, bereket ve şeref vesilesidir.
Öldüğüm zaman bu çamurlu kaftanımı kefenimin üzerine örtün."
İlginçtir ki İbn-i Kemal daha sonra Şeyh-ül İslam oldu. İbn-i Kemal hem insanlara hem de cinlere fetva verdiği için "Müfti's- Sakaleyn" olarak anılır. Burada hem halife hem de fatih olan Yavuz'un bu surenin edebine ne kadar vâkıf olduğuna da işaret vardır.
Sonraları Yavuz'un sırtında çıban çıkar ve kendisini çok etkiler.
Sırtını sıyırıp Hasan Can'a sorar: "Bu nedir Hasan?" Hasan, çıbanın Yavuz'un hayatını etkileyecek bir hâle büründüğünü görünce, "Sultanım artık Rab'le olma zamanı geliyor" der. Yavuz Sultan Selim, şöyle cevap verir: "Hasan, Hasan!.. Sen bizi şimdiye kadar kimle bilirdin?"
DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN HUSUSLAR
Müminler hayatlarının her aşamasında şu değerlere dikkat etmelidir:
KUL, ALLAH'I İMTİHAN EDEMEZ
Hazreti İsa'ya "Ey İsa, Allah dilemedikçe başına sıkıntı gelmez" diyorsun dediler. Hz. İsa "Evet" dedi. "O zaman bu dağın başına çık ve atla. Allah dilemezse ölmezsin" dediler. Hz. İsa şöyle cevap verdi: "Siz benden Allah'ı imtihan etmemi istiyorsunuz. Allah, kulu imtihan eder. Kul, Allah'ı imtihan edemez."
DİĞER DİNLERE AİT SEMBOLLERİ KULLANABİLİR MİYİZ?
Elbette bir Müslüman, kendi inancına ait sembolleri, kutsalları önemser. Zira Peygamberimiz (SAV) "Bir topluma benzemeye çalışan kimse onlardandır" (Ebu Davud) buyurmuştur. Gayrimüslimlerin dini simgelerini, isim, sembol veya ritüellerini kutsamak ve kullanmak dinimizce caiz değildir. Ancak diyelim ki bir gayrimüslim sıradan bir kıyafet giyiyor, sıradan bir iş yapıyor ve bunun dini sembollerle ilişkisi yoksa elbette burada benzeşmek olabilir. Zira hadiste "teşebbüh" kelimesi kullanılıyor ki bu "ısrarla ve kasten benzemeye çalışmak" olarak tercüme edilmelidir. Yoksa sıradan benzerlikler bütün insanoğlu için normaldir. Şöyle örnek verebiliriz: Haç sembolü Hıristiyanlar için kutsaldır. Müslüman bir kişinin bu sembolü takması caiz olmaz. Hz. Peygamber, evde üzerinde haç işareti olan eşyaların kullanılmasına müsaade etmemiştir. (Ebu Davud, Libas/4151)
Yaşı küçük de olsa, evladınız da olsa çocuğa yalan söylemek doğru değildir. Ortada çocuğun geleceğine son derece zarar verecek bir durum varsa o ayrıca değerlendirilir. İnsanın hayatını, varlığını olumsuz etkileyecek bir durum söz konusuysa "zaruret" kaidesi gereği hareket edilebilir. Ancak normal şartlarda çocuğa yalan söylenmez. Abdullah b. Amir der ki: "Bir gün Peygamberimiz bize gelmişti. O zaman henüz çocuktum. Oynamak için dışarı çıktım. Annem 'Abdullah buraya gel! Sana bir şey vereceğim' diye beni çağırdı. Peygamberimiz, anneme sordu: 'Ona ne vereceksin?' Annem de 'Bir hurma vereceğim' dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: Eğer çocuğa bir şey vermeseydin senin hakkında 'Yalan söyledi' diye yazılacaktı."
Küçükken gittiğiniz hac sizin için "nafile hac" olmuş, babanızın da sevap hanesine kaydolmuştur. Zira hac, ergenlik yaşına geldikten sonra kişiye (durumu iyi ise) farz olur. Sizin yeniden hac yapmanız gerekiyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Büyük Rus yazar Tolstoy’un İslam ve Peygamber hayranlığı (22.11.2024)
- Dindarlık zayıflıyor mu? (15.11.2024)
- Büyük yazar Victor Hugo’dan Hz. Muhammed şiiri (08.11.2024)
- Vefasız insanlar olduk (01.11.2024)
- Mısır’dan izlenimler (25.10.2024)
- Kendimizi sorgulayalım (18.10.2024)
- Hayırlı evlat yetiştirelim (11.10.2024)
- İslam’a sistematik saldırı yapılıyor (04.10.2024)
- Süte su katınca bozulduk (27.09.2024)
- Ahir zamanda neler olacak?.. (20.09.2024)