Dini alanda iki bakış tarzı, tarih süresince İslam'ı anlatmak konusunda kendini yetkin görmüştür. Bu anlayışlardan birine göre, Kur'an-ı Kerim dışında itibara alınacak ve bizi bağlayacak herhangi bir kaynak yoktur. Onlar Kur'an-ı Kerim'e bakar ve o kitaptan anladıklarını anlatırlar. Burada ayeti ayetle tarife çabalarken eski kabulleri önemsemez, kendi akli kabullerini öne alırlar. Ne anlıyorlarsa o doğrudur.
Bu düşünce sahibi olan akım, tarih boyunca farklı renklerde ortaya çıkabilir. Söylemleri sert ve katı -radikal- olabilir. Çünkü akıllarını hakem edinirler. Bunlar Hz. Peygamber'in sözlerini, Kur'ani yorumlarını, sahabenin sözlerini, tarihi okumaları ve süreci karmakarışık bir bakışla reddederler. En azından işin merkezine koymazlar. Hz. Peygamber'e daha temkinli yaklaşanlar olsa da bu akımın genel karakteri Kur'an'ın dışında her şeyden soyutlanmalarıdır.
Tabii bu akımın önünde Kur'an'ı doğru anlama noktasında karanlık noktalar vardır. Mesela; 23 yıllık tarihi süreç, bu süreçte inen sure ve ayetler, Mekki ve Medeni ayetler, ayetlerin önce ve sonra inenleri, bu ayetlerin hayata tatbikatı, Kur'an'da yer almayan teferruat, tatbikat neye göre seslendirilecek? Neye göre detaylanacak? Daha net soralım bu akıma: "Mekki ve Medeni ayetleri anlamak için dahi İslam tarihine veya hadislere ihtiyacınız yok mu? Namazı, rekâtlarını, vakitlerini neye göre planlayacaksınız?"
Mesela; sünen -hadis- kitaplarında yer alan ve Hz. Resul'ün uygulamalarını konu edinen ticaret, alışveriş, oruç, namaz, hac, kurban, vasiyet, cinayetler, hukuk, cezalar, yasaklar, helaller, evlilik, boşanmalar, içeceklerle ilgili hükümler, yiyecekler ve daha yüzlerce başlık ve o başlığın altındaki binlerce detay nereden edinilecek?
Bunlar olmadan hayatın tümüne hitap eden bir din, kendini ifade edebilecek mi? Siz bu bilgilerin çoğunu Kur'an-ı Kerim'de bulamayacaksınız. Daha doğrusu Kur'an'da sadece bunlara teması bulacaksınız. Kur'an konuyu açar. Ama en uzun detayı Hz. Peygamber'e bırakır.
Bu Kur'an yetersizliği veya eksikliği değil, yapısından kaynaklanan bir durumdur. Zira Kur'an genel kuralları koyar ve detayı Efendimiz'in açıklamalarına, tefsirine bırakır. Hz. Peygamber sadece bir Kur'an okuyucusu veya tebliğcisi değil, birçok ayette geçtiği gibi "beyan edici", açıklayıcıdır.
Teyemmüm ayeti indi, ama nasıl teyemmüm edileceğini Kur'an anlatmadı. "Temiz toprakla teyemmüm edin" buyurdu. Şeklini, detayını Hz. Muhammed (SAV) Efendimize bıraktı. Hatta bu açıklamayı görmemiş olan Hz. Ammar'ın itirafı ne kadar açıktır. "Ben teyemmüm niyetiyle bir hayvanın yuvarlandığı gibi toprak üzerinde yuvarlandım" diyen Hz. Ammar, bugün anladığını zanneden herkesten daha iyi anlıyordu Kur'an'ı. Zira en büyük müfessir Hz Muhammed (SAV) Efendimize ulaşmış ve onu tanımıştı. Ama teyemmümün sünnet-hadisuygulamasını bilemeyince, yani tarifini Efendimiz'den alamayınca böyle garip bir hali yaşıyor.
Şimdi hadisle beraber gelen bütün bilgilerinizi unutun. Tarihi süreci, rivayetleri, sahabe tatbikatını yok sayın. Nasıl secde edeceksiniz? İki secde arasında nasıl oturacaksınız? Nasıl rükû yapacaksınız? Sabah namazı kaç rekat? Hangi surede bu konuda bir detay bulacaksınız? Diğer bütün hükümlerde yaşayacağınız durum budur. Siz "Bu ayet şurada, şu olay üzerine indi" derken hangi malzemeyi kullanıyorsunuz? Elbette el çabukluğuyla sayfa sayfa hadisleri tarıyorsunuz. Başka çareniz yok.
İkinci akım, yani Kur'an, sünnet, kıyas, icma yöntemini kullanan, Kur'an tefsirinde sahih sünneti önceleyen, Hz. Resul Efendimiz'in büyük fonksiyonunu var sayan, sahabe sözlerini hareket alanını genişleten bir nimet sayan akım, Hz. Peygamber ve 4 halife dönemindeki anlayışı temsil ediyor. Bu akım mezhepleri küçümsemez. Onları bir zenginlik sayar. İçtihada açık alanda içtihat eden âlimlerin sözlerini çok önemser, ama tartışılmaz bilginin Kur'an'ın ve sahih hadisin muhkem hükümleri olduğunu bilir. Tasavvufu, "dini yaşamanın olmazsa olmazı" olmadığını bilir. Tasavvuf bir zenginliktir. Hatta Batı'da İslam'ı kabullerde tasavvufun itici bir güç sahibi olduğunu da göz ardı etmez.
Maalesef, Hz. Peygamber'i ve sünneti dışlayan, söylemlerinde temkin veya edebi yok sayan, gelecekte birçok şerrin kapısını açacak olan bu akım, ileride gelecek nesillerin ibadetten uzaklaşmalarına da sebep olacaktır. Dilerim bu sorumluluğun farkına varırlar. Zira peygamberlerin savaş ve barıştaki duruşunu bilmeyen bir nesil, ileride bazı ayet ve yorumları yanlış anlayacağı için radikal bir anaforun içinde bulur kendisini.
"Cebrail'in getirdiği İslam" derken bizler Kur'an ve sünnete uygun olan İslam'ı kastediyoruz. Yüce Allah'ın melek Cebrail'e ilettiği ve O'nun da Hz. Peygamber'e ulaştırdığı bir İslam'dır. Din adına söylenen söz halkın kabulleriyle karşılaşıyorsa, hiç şüpheniz olmasın Hakk'ın da hoşnutluğunu hak ediyordur.
Merhamet et, affet, kırma, sövme, nefret ettirme ve etme, toleransla davran, şefkat et, kin tutma, insanları hallerine göre değerlendir, kibirde bulunma, haset etme... Bu ve benzeri faziletler seni germiyorsa, rahatsız etmiyorsa inşallah dini doğru anlamışsındır. Hurafe, batıl ve esası olmayan sözler din adına naklediliyorsa, elbette bununla aramıza mesafe koyacağız. Rabbim sıratı müstakimden ayırmasın.
***
BÜYÜKLERİN SÖZLERİNDEN
Fudayl bin İyaz şöyle derdi: "Hz. İsa ve Hz. İsmail Peygamber gibi sadıkların sorgulandığı bir mahşer âleminde biz yalancıların hali ne olacak?"
*
Yine Fudayl şöyle der: "Biz öyle insanlara kavuştuk ki onlar yaptıklarıyla riya ediyorlardı. Gösteriş yapıyorlardı. Şimdikiler ise yapmadıklarını yapmış gibi gösterip riya ediyorlar."
*
Antaki der ki: Kıyamet günü yüce Allah gösteriş yapana şöyle der: Git amelinin karşılığını gösteriş yaptığın kişiden al."
*
Hz. Ömer şöyle der: "Bir ümmet için en büyük korkum, dili ile âlim, kalbi ile cahil olan kişidir."
*
Yine büyüklerden bir büyük şöyle der: "Veli -ermiş kişi- Allah'ı sevdiği için veli olmuyor. Allah onu sevdiği için veli oluyor."
HZ. ÂDEM VE ŞEYTAN
B üyükler der ki: Şeytan şu niteliklerinden dolayı perişan oldu:
1- Günahını itiraf etmedi.
2- Günahından dolayı pişmanlık duymadı.
3- Kendini kınamadı.
4- Anında tövbeye yönelmedi.
5- Yüce Allah'tan umudunu kesti.
6- Kibir gösterdi.
7- Allah'ın emrini tartıştı. İtaat etmedi.
Hz. Âdem ise şu özelliklerinden dolayı kurtuldu:
1- Günahını (yasak meyveyi yemek) itiraf etti.
2- Günahından dolayı pişmanlık duydu.
3- Nefsini kınadı.
4- Vakit kaybetmeden tövbeye yöneldi.
5- Yüce Allah'tan ümidini yitirmedi.
GEL SÜT SAĞALIM
Devlete ait süt develeri dağdan dönüyordu. Develer sağılacak ve yetim ailelerine dağıtılacaktı. Hz. Ömer o esnada deve ağılından geçiyordu. Ellerindeki tasla sağılacak sütü bekleyen yetim ve yoksul çocukları gördü. Süt sağacak görevliler de henüz gelmemişti. Hz. Ömer, yanında Ahnef ile bu manzarayı gördü. Hz. Ömer hemen kollarını sıvadı ve ağıla girmek üzere olan devenin altına yanaştı. Çocuklardan birinin elindeki tası alıp deveyi sağmaya başladı.
Ahnef şaşırdı. Koca halife süt sağıyordu. Yutkundu Ahnef. Yaklaşıp şunu dedi: "Ey müminlerin emiri! Bu işi hizmetkârlara bıraksak. Siz yorulmasanız."
Hz. Ömer başını kaldırdı ve Ahnef'e şöyle dedi: "Sen de kollarını sıva ve gel. Taslardan birini kap ve devenin altına gir. Yetimlere süt sağ Ahnef! Senden ve benden daha iyi hizmetkâr var mı?"
NASIL TÖVBE EDEYİM?
Günah işleyen kişilerin öncelikle işledikleri günahtan pişman olması gerekiyor. Zira pişman olunmayan günah tekrar eder. Kişi tövbeye niyetlendiğinde hemen bulunduğu yerde ellerini yüce Rabb'ine çevirir ve durumunu arz eder. Yalvarır. Ancak şöyle bir yol takip ederse daha güzel olur: Önce boy abdestini alır. İki rekât namaz kılar. Ve sonra avuçlarını göğe çevirir. "Ya Rabbim, işlediğim şu günahtan dolayı pişmanım. Keşke günah işlemeseydim. Aklımdan ve ruhumdan bu günahın izlerini kaldır. Bu tövbemde samimi kalacağım. Sen de beni benzeri günahlardan alıkoy." Bunları söyledikten sonra bir daha aynı günaha dönmezse, bu onun samimi olduğunu gösterir.
Tövbemin kabul olduğunu nasıl anlarım?
Elbette hiç kimse kesin bir şekilde tövbesinin kabul edilip edilmediğini bilemez. Ancak tövbenin kabul edildiğine dair bazı işaretler vardır. Kişi aynı günaha bir daha dönmüyorsa, dua etmeye devam ediyorsa, güzel ve kalıcı alışkanlıklar ediniyorsa, Allah'ı seviyorsa, Allah'ın huzuruna günahkâr gitmek istemiyorsa bu onun tövbesinin kabul edildiğini gösterir.