Peygamberimiz (s.a.v.) son ilahi vahiy olan İslam'ı ilan ettiği günden itibaren Mekkelilerin azgın saldırıları ve engelleriyle karşılaştı. Mekkeliler şiddet, işkence, tehdit, yalnızlaştırma, açık alanda hapsedilme, yiyecekten ve evlilikten men edilerek tecrit, Mekke'den hicrete zorlama gibi bütün yöntemleri denediler. İşkenceler sonucunda şehitler verildi. Mekkeliler Hz. Peygamber (s.a.v.)'le baş edemeyeceklerini anlayınca ölüm kararı aldılar. Efendimiz bunun üzerine doğduğu ve büyüdüğü şehri terk etmek, hicret etmek zorunda kaldı. Ancak bu noktaya gelmeden önce Hz. Peygamber (s.a.v.) kendine inanan müminlere güvenli yer arama gayretine girdi. İlk düşündüğü yer 'Habeşistan' oldu. Sahabelerine -arkadaşlarına- şöyle buyurdu:
"Habeşistan'a göç ediniz. Orada kimseye haksızlık yaptırmayan adaletli bir hükümdar var. Orası güvenilir bir yerdir. Oraya gidin..." Böylece Mekke'de işkence gören sahabeden 11 erkek ve 4 kadın Habeşistan'a hicret ettiler. Sevdikleri vatanı terk ettiler. Aksi takdirde öldürüleceklerdi. Kızıldeniz sahilini takip edip 5'er dirhem vererek gemiyle karşıya geçtiler.
Habeşistan'da adil bir Kral -Necaşi- vardı. Ve Necaşi Müslümanlara sığınma hakkı verdi. Onlara iyi davrandı. Bu ilk kafilenin gitmesinden sonra sırayla Hz. Hamza ve sonra da Hz. Ömer Müslüman oldular. Hz. Ömer'in Müslüman olmasıyla kısmen güçlenen Müslümanlar Kâbe'de açıktan namaz kıldılar. Bu esnada Müslümanların sayısı 40 kişiydi.
Kâbe'deki Toplu Namaz
Hz. Hamza ve Hz. Ömer iman edince, efendimizin etrafında inanan müminler Kâbe'ye yürüdüler ve orada saf tutup namaz kıldılar. Hz. Ömer'in orada
"Ben Hattab'ın oğluyum. Beni bilen bilir. Bilmeyen bilsin ki ben Ömer'im. Allah birdir. Muhammed Allah'ın Resulü'dür" şeklinde bağırması Mekke'yi etkiledi. Ebu Cehil ve taifesi bundan son derece rahatsız oldular. Mekke'nin ileri gelen isimlerinin Müslüman olması müşrikleri iyice azdırdı. İşkenceler hızlandı. Bunun üzerine 100'e yakın (seksen üç erkek, on iki kadın) isim Habeşistan'a göç ettiler. İslam tarihinde bu olaya ikinci Habeşistan hicreti denmiştir.
Müşrikler Müslümanları istiyorlar
Müslümanların Habeşistan'da itibar görmeleri Mekkelileri hayli rahatsız etti. Müşrikler son derece değerli hediyelerle beraber diplomat olan bazı isimleri Habeşistan'a gönderip Necaşi'den Müslümanları kendilerine teslim etmelerini ve Müslümanları Habeşistan'dan atmalarını istediler.
Necaşi'nin huzurunda karşılaşma
Necaşi Müslümanları yanına çağırdı. Mekkeli heyette oradaydı. Necaşi gelince herkes ona secde eder gibi eğildiler. Müslümanlar ise dimdik ayakta durdular. Necaşi'nin adamları onlara "Eğilin" deseler de
Müslümanlar "Biz Allah'tan başkasına eğilmeyiz" cevabını verdiler.
Hz. Ali'nin ağabeyi ve Necaşi
Necaşi Müslümanların temsilci olarak seçtikleri ve Hz. Ali'nin ağabeyi olan Hz. Cafer'e sordu: Sizi istiyor Mekkeliler ne dersiniz? Hz. Cafer sordu: Biz bunların kölesi miyiz? "Hayır" cevabını verdi Mekkeli müşrikler. Bunlara borcumuz mu var? "Hayır, borçları yok" dedi Mekkeliler. "O halde bizden ne istiyorsunuz?" diye sordu Hz. Cafer. Mekkeliler: Bu Müslümanlar atalarımızın dinini parçaladı, putlarımızı ret ettiler, gençlerimizi etkilediler. Bunu duyan Necaşi Hz. Cafer'e "Ne dersin?" diye sordu. Hz. Cafer konuştu: Ey Hükümdar. Biz cahiliyetin adetleriyle yaşardık. Puta tapar, zina eder, murdar hayvan eti yer, akrabayla konuşmaz, komşuya zarar verirdik. Kuvvetli zayıfı ezerdi. Nihayet Allah aramızdan iffetli, ailesi belli olan, sadık bir peygamber çıkardı. O bize 'putları terk edin' diyor. Allah'a çağırıyor. 'Doğru söyleyin, emanete ihanet etmeyin, akraba bağlarını bozmayın, komşuyla iyi geçinin, kan dökmeyin, zulmetmeyin' diyor. Fuhuştan, yetim malı yemekten, yalandan, namuslu kadına iftira etmekten men ediyor. Şirkten sakındırıyor. Hz. Cafer uzun konuştu. Bu konuşmadan etkilenen Necaşi; "Peygamberinizin Allah'tan aldığı sözlerden bana okur musun?" deyince Hz. Cafer Meryem Suresi'nin 16-36. ayetlerini okudu. Bu ayetler Hz. İsa'nın mucizevi doğumunu, Hz. Meryem'in halini, Hz. İsa'nın Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu anlatıyordu. Hz. Cafer sözlerini bitirince ortalığa tam bir sessizlik hâkim oldu. Necaşi Hristiyan bir kraldı. Orada bulunan rahipler gözyaşı dökmeye başladılar. Necaşi, Hz. Cafer'e doğru yürüdü. Ve şöyle dedi: Vallahi! Bu okudukların ve Hz. Musa'ya inen aynı yerden nazil olmuştur. Siz ey Müslümanlar! Ülkemde emniyet ve huzur içinde yaşayacaksınız! Sonra Mekkeli müşriklere döndü ve
"Bana bütün yeryüzünü verseniz bu insanları size teslim etmem. Hediyelerinizi alın ve gidin..." Rivayetlere göre Necaşi Hz. Cafer ve Amr bin Umeyye ile bazı gizli görüşmeler yaptı ve Müslüman oldu. Gizli bir imandı bu. Hz. Peygamber (s.a.v.) Necaşi vefat ettiğinde gıyabi cenaze namazı kılmıştı.
Çağdaş Necaşiler
İslam coğrafyasında elim ve düşündürücü olaylar gelişiyor. Suriye, Irak, Afganistan ve benzeri ülkelerden yüzbinlerce muhacir ülkemize sığınıyor. Ülkemiz geçmişinin de kendisine yüklediği bir sorumluluk, Müslüman olmanın gerektirdiği izzet ve onurla bu muhacir ve mazlumlara kapılarını açıyor. Uluslararası arenada sadece ve sadece menfaatlerin, çıkarların önemsendiği, diğer bütün faziletlerin göz ardı edildiği biliniyor. 'Medeni' diye övünen ülkelerin idarecilerinin ne kadar aymaz bir tavır içinde olduğu son yıllarda daha da görüldü. Botlarla kendilerini bir yerlere atmaya çabalayan insanların dramı, yaşadıkları çaresizlik ortada iken bu mazlumlara sadece ve sadece Türkiye'nin elini uzatması ise bizim adımıza onur diğerleri adına ise utanç vesilesi olarak tarihe yazılacaktır.
Kendine sığınan ilk Müslümanlara kapılarını açan Necaşi'nin çağımızdaki misyonunu yüklenen ülkemiz, yöneticilerimiz ve insanımız aslında mültecilere ciddi bir sorumluluk yüklemiş oluyor. Muhacir mültecilerin kendilerine el uzatan bu ülkeyi unutmamaları gerekir. İnsanoğlu kara gün dostunu unutmamalıdır. Şartlar ne olursa olsun evlatlarına bu ülkeyi ve insanlarını anlatmalılar. Böyle onurlu bir milletin evlatları olduğumuz için de ne kadar gurur duysak yeridir.
Dili duada ama...
Hz. Musa bir gün yalvaran, Yüce Allah'a yakaran bir insan gördü. Adam o kadar içten ve samimi dua ediyordu ki; Hz. Musa bu adamdan etkilendi ve Yüce Rabbe şöyle yalvardı: Ey Rabbim. Benim gücüm olsaydı bu adamın ihtiyacını giderirdim. Hz. Musa'ya şöyle cevap verildi: Ey Musa! Elbette ben senden daha merhametliyim. Bu adam diliyle bana yalvarıyor ama kalbi ahırdaki koyunlarda. Ben, benden bir şey isterken kalbi başkasında olan kulun duasını kabul etmem... Hz. Musa bu adamı ikaz etti ve
"Dilin ile kalbini birleştir. Allah'a yalvarırken samimi ol. Gönlünü gayriden uzak tut. Allah seni kabul eder" dedi. Adam bu sefer kalbini safi halde Yüce Rabbe çevirdi. Allah duasını kabul etti.
Bir ayet
Ey ehli kitap. Peygamberlerin arası kesildiği bir zamanda, gerçekleri apaçık söyleyip duran Resulümüz (Muhammed) gelmiştir. Ki "Bize ne (cennetle) müjdeleyen bir müjdeleyici ve ne de (cehennemle) korkutan bir uyarıcı gelmedi" demeyesiniz diye. İşte size hem bir müjdeci hem de bir uyarıcı (Muhammed) gelmiştir. Allah, her şeye hakkıyla kadirdir. (Maide, 19)
Lens boy abdestini bozar mı?
Soru: Lens kullanıyorum. Boy abdestim kabul olur mu? Yoksa lensi çıkarmalı mıyım?
Cevap: Boy abdesti veya normal abdest alırken gözünüzdeki lensi çıkarmanız gerekmez. Bilindiği gibi gerek abdest ve gerekse de gusül esnasında gözünüzün içini yıkamanız gerekmez. Gusül ve normal abdestte ağzınızın ve burnunuzun içini yıkamanız gerekir. Özellikle boy abdesti alırken ağzınızın ve burnunuzun içini temizlemeniz önemli. Zira bu iki organın içi bazı âlimlere göre vücudun dışından sayılır ve ıslatılıp yıkanmaları şarttır. Ancak göz böyle değildir. Gözün içini yıkamak göze zarar da verebilir. Lensinizi çıkarmayın.
Soru: Duadan sonra avucumuzu yüzümüze sürmemiz şart mı?
Cevap: Duadan sonra avuç içlerinizi yüzünüze sürmeniz Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetidir. Uygulamasıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) duasını bitirince "Âmin" der ve avuçlarının içini yüzüne sürerdi.