Gönlümüzü ele alıp, yıkayacak ve bulaşmış kirlerinden arındıracak gönül insanları isteriz.
Gönülden, kalbini, kalbimize ayna kılacağımız efendiler arayışı hiç bitmez. Bazen efendimi buldum diye sevindiğimizde bulduğunuzun efendiniz olamayacağını geç fark eder hayıflanırsınız.
Gelin ben size, sizi hiç yanıltmayacak, hiç hayal kırıklığına uğratmayacak, sizi ötelere taşıyacak bir efendiden bahsedeyim. Kendi efendimden bahsedeyim:
"Boş laf etmezdi. Kimseyi çekiştirmezdi.
Kimseyi hor görmezdi. Aşırı övgüden rahatsız olurdu. Fakiri ve zengini ayırmazdı. Herkesi idrak edebildiği kadarıyla kabul ederdi.
Cömertti. Güler yüzlüydü. Paylaşmayı severdi. Yalandan nefret ederdi.
Oturup da herhangi bir insanı çekiştirdiği hiç görülmemişti. Boş sözden kaçınırdı. Kendisine yapılanı affederdi. Allah'ın hukukuna uyar, 'Orada af yetkim yok' derdi. Kalbi selimdi. Salim, duru, temiz, şeffaf bir gönüle sahipti. Duası uzundu. Kıyamı -gece yarıları namaza duruşu- uzundu.
Bulduğunu yerdi. Sofra seçmezdi. 'Ben Allah'ın kuluyum' derdi." Daha yazmadığım o kadar çok güzelliği var ki.
Evet benim Efendimi tanıdınız herhalde. Ben -acizane- O'nu tanıdığım günden bu yana gönlüm başka efendiye hiç meyletmedi.
24 saate yüz kez düşünmezsem adını dilime dokundurmazsam kendimi girdapta hissederim. Efendimin, sevindiğine sevinirim, üzüldüğüne ve tasalandığına tasalanırım.
Gönlüm başkasına meyledecek olursa, başkasında onu hatırlatan şeye itibar ederim. Başkasına değil, sadece O'nu hatırlatan ortak özelliğe meylederim.
Bu dünya böyle. Şimdi ukba var. Öteki alem var. Orada da bu gönül tutkusu, belli deyip bu gönüllü esaret devam edecek. Ben O'na esarette buldum gönül hürriyetini, hazzını, zevkini, şevkini...
Ben, beni Yüce Rabbe götürecek efendimin cübbesine yapışmışım.
Ayrılmaya hiç niyetim yok.
Efendim, hala tanımayanınız var mı bilmiyorum ama, belki bir kişi bile varsa, yanlış adrese gitmesin diye söyleyeyim.
O son peygamber, o son Nebi, o son Resul, son elçi, O Muhammed Mustafa (s.a.v.)'dır.
***
SEN DEVEYE BİN UKBE!
Kendimize hizmet ettirmeyi severiz. Özel olmayı, özel davranılmayı da. Nefisler övgüden hoşlanır. Makamı ve mevkiyi de bazen hizmet için değil, sırf bu farkedilme ve özel tutulma için severiz. Kopamayız.
Bu hastalıkların ilacı; mahfiyet, tevazu ve itidaldir.
Dengeli duruştur.
Hz. Resulullah (s.a.v.) bir yolculukta deveye binmiş gideceği yere doğru yol alıyordu.
Yanında yaya yürüyen Hz. Ukbe bin Amir vardı.
Efendimiz Ukbe'nin yaya yürümesine dayanamamış ve deveden inip deveyi arkadaşına terketmişti. Hz. Ukbe ne kadar itiraz etse de Efendimiz ona; "Hayır. Bundan sonra sen bineceksin. Ben ise yaya yürüyeceğim" demiş ve yola böyle devam etmişti.
Efendimiz (s.a.v.) yaya, Hz. Ukbe ise devenin üzerinde.
Başka söze hacet var mı? Sanmam.
***
SORULAR
1- Evlendiğimde eşime şiddet uygulayacağıma dair güçlü bir his var içimde. Sizce evlenmeli miyim?
Evlendiğinizde eşinize veya çocuklarınıza şiddet uygulayacağınız kanaati ağır basıyorsa bu durumda evlenmeniz doğru olmaz. Kendinizi hazır hissedinceye kadar evliliği erteleyin. Çünkü eşinize ve çocuğunuza şiddet uygulamak haramdır ve kul hakkıdır. Bu hissiyatınız değişir de evlenmeye hazır hale gelirseniz evlenebilirsiniz. Aksi takdirde evlenmeniz doğru olmaz.
2- Annem ve eşim anlaşamıyorlar.
Hanginden yana olmalıyım. Ne yapmalıyım?
Anneniz sizin için çok önemlidir.
Eşiniz de öyle. Annenin yeri ayrı, eşin yeri ayrıdır. Siz anneniz ve eşiniz arasındaki anlaşmazlıklarda adil olmaya gayret ediniz. Kendinizi herhangi birinden yana olmak zorunda hissetmeyiniz.
Annenize düşen; gelinine sevgi ve anlayış göstermek; eşinize düşen ise, saygı ve merhamet göstermek olmalıdır.
Belki eşinizin yanında annenizin onu çok övdüğünü; annenizin yanında ise eşinizin onu çok övüp sevdiğini söylerseniz kalplerini yumuşatabilirsiniz. Unutmayın ki eşiniz ve annenizin ortak önemsediği kişi sizsiniz. Siz temkinli, akıllı, ölçülü ve adaletli olursanız mutlaka orta yolu bulursunuz.
Onları uzlaştırırsınız.
3- Namazdayken aklıma dünyalık şeyler geliyor. Namazı bırakayım mı? Bu namaz kabul edilir mi?
İçimizden namazda aklına bişeyler gelmeyen hiç kimse yoktur herhalde.
İnsanız. Masum değiliz. Zafiyetlerimiz var. Eksik ve hatalarımız var. Zaman zaman şeytana mağlup oluyoruz.
Zaman zaman da şeytanı mağlup ediyor, istediğinden onu mahrum ediyoruz.
Bu nedenle de namazdaki vesvese ve başka şeylerle uğraşı, şeytanın kalbimize attığı bir anlık gaflettir. Hemen Allah'a sığınıp namaza dönmek lazım.
Bu hallerin hiç biri namazınızdan vazgeçmenizi gerektirmez. Zaten şeytanın istediği de bu sonucu almaktır.
Namazınıza devam ediniz. Namazınız Allah katında makbuldür.
4- Allah'a inanıp dine inanmazsam durumum nedir?
Allah'a inanıp da dine inanmazsan;
Allah'a da inanmamış olursun.
Zira Allah, yarattığı insanlardan elbette bir şey istiyor. Dünyayı doğru ve düzgün yaşamak, yaratanın kuralarına inanmak ve yaratıcıya ihanet etmemek.
Bu durumda siz Allah'ın bu haklarının tümünü red ediyor ve kendinize göre bir Allah profili çiziyor ve kabul ediyorsunuz.
O inandığının adı 'Allah' değil, kendi hayal dünyanızın sınırlarını çizdiği boş bir kuruntudur. Allah'a inanıp da peygamberlere ve dinlere inanmayan Allah'a inanmış olamaz. Bu inancınızın size hiçbir faydası yoktur. Bu nedenle de böyle boş kuruntu ve hayallerden vazgeçip sıfatları Kur'an'da belirtilen Yüce Allah'a ve O'nun peygamberine teslim ol.
5- Ezan okunurken konferansta konuşmaya devam etmek doğru mu?
Ezan İslam'ın şiar, yani sembollerindendir.
Ezan okunduğunda umumi yapılan konuşmayı kesip ezanı dinlemek uygun olandır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. 'Ezanı duyduğunuzda müezzinin dediği gibi deyiniz' (Müslim, salat, 7) İslam alimlerinin bir kısmı ezanı dinlemenin vacip, yani şart, bir kısmı da hoş görülen bir sevap - müstehab- olduğunu söylerler. Bütün bunların dışında namaza çağıran bu önemli ilanın, yani ezanın cami, cemaat, ve iinsanımızın üzerindeki manevi mehabetinden dolayı okunurken dinlenmesi edebin, adabın, Müslüman olmanın bir gereğidir. Ezan okununca konferansçının cami dışındaki hatibin veya konuşmacının susup, bitmesini beklemesi doğru olandır.