15 Temmuz'da yaşadığımız organize ihaneti, doğudaki terör örgütünü ve genele şümul olmayacak bazı olayları bir kenara koyarsanız, bugüne kadar ülkemizde insanımızdan kaynaklı organize bir radikalizmin yaygınlaştığını söylemek mümkün değildir.
Son terör olayında da insanları öldüren kişinin yabancı uyruklu olduğunu biliyoruz. Bunun dışında, ülkemizi yaralayan birçok hadisenin faili de dışarıdan ithal edilmiş.
Bu ülke insanı, bütün kaşımalara rağmen etnik ve mezhepsel çatışmaya iltifat etmediğine, bilakis olabildiğince olgun davrandığına göre bunun sebebine bakmak lazım.
Güçlü bir tasavvufi terbiye, camilerin cemaatlere göre dizayn edilmemiş olması, farklı etnik oluşumların birbiriyle uyumlu yaşaması, etkin bir Diyanet örgütü, cami cemaatinin uyanıklığı, halkın olaylara bakabilme kabiliyeti, Anadolu'daki saf ve temiz Müslümanlık, ehlibeyt paydasının bütün halkça yüceltilmesi ülke toprağını bir tür radikal gruplara kapatıyor. Onları marjinal hale getiriyor. Toplumsal bir çatışmaya müsaade etmiyor.
Onun için TV'lerde konuşan analizcilerin ve uzmanların bir kısmı, teröre çare ararken, fırsattan istifade bu ülkeyi ayakta tutan dinamikleri yok etmeye çalışmasın. Durumdan vazife çıkarma uyanıklığından vazgeçsinler. Hele de din adına konuşanların. Gölge etmeyin başka ihsan istemez. Bu milletin hamurunu bozmamaları yeter. Sizler lütfen gençleri doğru yönlendiriniz. Kur'an-ı Kerim'in en doğru yorumu olan sevgili peygamberimizin hayatına, siyretine, ahlakına insanlarımızı ve gençlerimizi yönlendiriniz.
Özellikle de Kur'an-ı Kerim'i nefsine göre yorumlayan ve inen ayetlerle, ayetlerin iniş keyfiyetini yok sayan ve böylece bu okumalardan arzu ettiği fetvayı kendi kendine istihraç eden azgın tabakaya karşı elimizdeki en güçlü ve en doğru yol, o insanları veya o insanlara kayma ihtimali olanları Hz. Peygamber'le (s.a.v.) yüzleştirmektir. En doğru ve güçlü İslami şuur Hz. Peygamber (s.a.v.) ve dört halife döneminde takdim edilen anlayıştır.
Hz. Ömer'in şehadeti sonrası ve Hz. Osman'ın son yıllarında ortaya çıkarılan bütün kargaşalar, Hz. Ali döneminde sivrilen bütün radikal unsurlar dikkat ederseniz ya siyasi taleplerden veya Kur'an'ı yanlış yorumlayan gruplardan kaynaklanmıştır.
Tevbe suresinin 58. ayetinin inişine sebep olan Zu'l Huveysir ve benzeri yoldan çıkan grubun problemi de, Hz. Peygamber'in uygulamasını eleştirmek değil miydi? Hz. Peygamber bu sakat anlayışın Müslümanlar arasında kıyamete kadar varlığını sürdüreceğini haber vermedi mi? (İbn Kesir, el-Bidaye,4, 352-368)
Sonraları Hz. Ali'ye itiraz eden haricilerin slogan haline getirdikleri -hüküm vermek Allah'a aittir (En'am 57) sözleri de, Kur'an'ı kendi arzu ve siyasi kimliklerine göre yorumlamalarından kaynaklanmıyor muydu?
Sıkıntı elbette Yüce Kitap'ın ayetlerinde değil. Sıkıntı, onları cehaletinden ötürü yanlış anlayan veya menfaatine uygun biçimde takdim eden veya siyasi örgütlenmesinde istismar eden hastalıklı yapıdadır. Bunlara karşı Anadolu duyarlılığı ve Hz. Peygamber tecrübesiyle mücadele edilebilir.
Bilinçlenme ve İslam'a doğru bakma anlamında.
ALLAH BAKİ, DÜNYA FANİ
Ölüm hepimiz için takdir edilmiş.
Çaresi yok. İstemesek de o yola gireceğiz. Yüce Rabbim sağlam iman ve iyi amelle gitmeyi nasip etsin. Gerisi boş.
Dünyada içi boş bir topun peşinden koşan oyuncular gibi koşturuyoruz. Bazen top bizi, bazen biz topu kovalıyoruz.
Günün birinde maç bitecek.
Düdük çalacak. Ve oyuncular dağılacak.
Geçenlerde vefat eden bir devlet adamımız için yayımlanan başsağlığı mesajında, yaptığı görevler dikkatimi çekti. O devlet adamımıza Allah'tan rahmet diliyorum.
İsmini, uygun olmayabilir diye almıyorum.
7 dönem milletvekilliği, gençlik ve spor bakanlığı, maliye bakanlığı, içişleri bakanlığı, milli savunma bakanlığı, başbakan yardımcılığı ve TBMM başkanlığı gibi önemli ve onurlu görevler yüklenmiş.
Uzun ve önemli görevler. Ama şimdi netice her vefat eden gibi mezarda. Bizim olacağımız yerde.
Artık orada hepimiz imanımız ve amelimizle anılacağız.
Dünyadaki hiçbir makamın- mevkinin kıymeti kalmayacak. Önemli olan o makam, mevki ve sorumlulukları nasıl doldurduğumuzdur.
Değişmez kural yüzümüze sert bir rüzgâr gibi çarpıyor. Allah baki.
Kul ve dünya fani. Baki âlem için bir şeyler yapalım. Hadi bakalım.
Herkes yapabildiği kadar.
PEYGAMBERİMİZİN MUCİZELERİ NEYİ ANLATIYOR?
Mucizeler, Yüce Allah'ın emri ve müsaadesi ile Hz. Peygamberlerine verilen olağanüstü yetenek, bilgi ve davranışlardır.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda fazlaca ayet vardır.
Mucizeler peygamberlerin yollarının sadık olduğunu, davetlerinin doğru olduğunu ispat eder. Karşı tarafı ikna etmek veya inananların inancını takviye etmek için gösterilir.
Hz. Peygamber'in de görünen ve gaybi olan mucizeleri vardır. İslam alimlerinin tümü bunları kabul eder. Sadece mutezili alimlerinden Nazzam mucizeleri inkâr eder.
Bağdadi'ye göre Nazzam'ın peygamberliğe imanda sıkıntısı vardır.
Nitekim yine mutezili alimlerinden ;Cübbai, Cahız, İskafi, Ebu Huzeyl ve birçok mutezili alim Nazzam'ı bu konuda -mucizeleri kabul etmediğinden- şiddetle eleştirmiş hatta meseleyi küfür noktasına taşıyanlar olmuştur.
(Bağdadi, Fark beyne'l, s: 80) Mutezililerin en güçlü isimlerinden Kadı Abdulcebbar da, Nazzam'ı çok sert eleştirir. (Kadı Abdulcebbar, Tesbitu Delail, 1, 56) Hz. Peygamber'in (s.a.v.) mucizeleri arasında;
Medine Mescidindeki hurma kütüğünün inlemesi (Buhari, Salat, 64; Ahmed, 3/300; Ebu Şeybe, Musannef, 7/433), ayın yarılması, parmaklarından akan suların çoğalması, yemeğin çoğalması, yağmurun yağması, hayvanların konuşmasını anlaması, Bedir'de fırlattığı çakıllarla putperest orduyu sallaması gibi yüzlercesi sayılabilir.
Bunun dışında gelecekle ilgili -gaybi- haberleri de birebir çıkmış ve hâlâ çıkmaktadır. Kişilerle ilgili verdiği bütün bilgiler bir bir gerçekleşti. Bu konuda yazılan yüzlerce eser vardır.
Peygamberimizin mucizelerini inkâr eden Müslüman yazarlarla Yahudi bilgini, edebiyatçısı İbn Kammuna'nın iddiaları arasında büyük benzerlik olması da ayrıca dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Bu bazı Müslüman yazarların kimleri referans aldığını gösteriyor.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) mucizelerini inkâr, peygamberliğine imanla ilgili bir sıkıntı beraberliğinde önümüze koyar.
BİR TEBESSÜM; CENNETİ SATIN ALMAK
Bir dostum gülümseten ve ama düşündüren bir yazıyı bana göndermiş. Ben de elbette sembolik ve mecazi anlamlar taşıyan bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.
Yazı şöyle:
Bir kadın evine giderken yoksul görünümlü bir çocuğun elinde çöp ile toprağı çizdiğini görür. Ne yapıyorsun evladım diye sorar: Çocuk: Cenneti parselleyip satıyorum teyze der.
Kadın cennetin böyle parsellenmeyeceğini ve satılmayacağını bilse de çocuğa yardımcı olmak için bana da bir parsel verir misin, der. Parasını vereyim.
Çocuk da 20 TL der. Kadın yardım niyetiyle parayı verir ve gider. Olayı da unutur.
Birkaç gün sonra rüyada kendini cennette görür.
Sonradan rüyayı eşine anlatır. Eşi de göz açıklığı yapar ve ben de bir parsel alayım der?!
Gider ve çocuğu bulur. Evlat, bana da bir parsel verir misin der! Çocuk olur ama bir parseli bir trilyon der. Adam itiraz eder, hanıma 20 TL'ye verdin. Benden neden bir trilyon istiyorsun der.
Çocuk şöyle cevap verir. Amca, eşiniz cennetin parsellenmeyeceğini, satılamayacağını bilir. Ama benim yoksul halimi görüp bana acıdığı için, gönlümü almak için bana o parayı verdi. Satın almak için değil. Sen de gerçekten cenneti satın alabileceğini zannettin. Benim de satabileceğimi.
Cennet öyle ucuz değil. Oraya girmek için bu halinle trilyonlar bağışlasan faydası yok. Gönülleri kazanarak cenneti kazan. İyilik ederek. Merhamet ederek cenneti kazan!
Paylaşmak istedim bu satırları.
Kıssadan hisse. Yoksa cennet parsellenemez.
Satılamaz. Ancak iman, ibadet, ahlak ve güzellikle hak edilir..