Allah'ın nimetiyle kardeş olduk
Tek vücut olmak lazım.
Ayrılmak, zayıflığı davet etmektir. Güçlü, bir ve beraber oldukça, bölünmeyi durdurdukça başarılı oluruz.
Kuran-ı Kerim'e kulak verin: "Ey iman edenler!
Allah'tan nasıl korunmak gerekiyorsa, öyle korunun.
Gerçekten muttakiler olun.
Her durumda Müslüman olarak can verin. Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı tutunun.
Birbirinizden ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinize düşmanlar iken, o sizin kalplerinizin arasında bir yakınlık ve sıcaklık meydana getirip yaklaştırdı da O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz.
Hem sizler 'ateşten bir' uçurumun kenarında bulunuyordunuz da O, tuttu sizi ondan kurtardı." (Ali İmran: 102-
103)
***
Ey Müslümanlar! "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir topluluk olmak üzere yaratıldınız.
İyiliği ve güzelliği emredersiniz." (Ali İmran, 110) Ve ey Müslümanlar! Sizler "Kötülüğü çirkinliği yasaklarsınız." (Ali İmran, 110) Ve ey Müslümanlar, kötülerden ve kötülükten çekinmeyin.
Zira şer ehli "Size sıkıntı vermekten başka zarar veremez." (Ali İmran, 111) Ve ey Müslümanlar, sizin misyonunuz şudur: "Allah'a ve ahiret gününe inananlar iyiliği ve güzelliği emreder, kötülüğe ve çirkinliği yasaklar, hayırlara koşuşurlar." (Ali İmran, 114)
***
O halde bir araya gelmeliyiz.
Kucaklaşmalıyız. Gücümüzü dağıtmamalıyız.
Bir olmalıyız.Vahdetten rahmet, firkatten,
ayrılıktan ise azab doğar.
***
Neden imansızların işi rast gider!
Bazen şöyle bir yakınma duyarız. Adam, Allah'a iman etmiyor, Peygamber düşmanlığı yapıyor, insanları eziyor, işçisine zulüm ediyor, kul hakkı yiyor ve bütün bunlara rağmen sürekli başarılı oluyor. Para üzerine para kazanıyor. Elini attığı altına dönüşüyor. Ben ise, alın terimle çalışıyorum ve ama elimi attığım elimde kalıyor. Bu nasıl iş! İnkârcı insan neden daha rahat yaşıyor veya güçlü oluyor. Veya yoldan çıkan filan kişinin işi neden rast geliyor?
Zuhruf Suresi'nin 33-35. ayetleri bunu anlatıyor: "Eğer insanlar (yanlış yorumdan ötürü fitnelenip yoldan çıkacak) bir topluluk olmasaydı:
Biz kesinlikle Rahman'ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine binip çıkacakları merdivenler yapardık.
Odalarına kapılar, üzerlerine kurulacakları koltuklar, altın süslemeler yapardık. Doğrusu (bu sayılanların) hepsi düşük ve değersiz hayatın (yok olacak) geçimlikleridir.
Rabbinin katındaki ahiret yurdu ise, korunan muttakilerindir." (Zuhruf, 33-35) Ayetler diyor ki: Zayıf iradeli insanların yoldan çıkmaları ve yanlış yorumları endişesi olmasaydı; Allah'ı inkâr eden insanlara, öylesine zenginlik verirdik ki her inkârcının evinin tavanlarını, merdivenlerini gümüşten yapardık.
Çünkü bizim yanımızda dünya öylesine değersizdir ki, bizi inkâr edene verir de verirdik. Düşmanlarımıza çok verir ve adeta yağdırırdık. O halde nerde yoldan çıkmış, rahmandan uzak, imanını yitirmiş bir insanın başarılı ve güçlü olduğunu görürseniz yüce Allah'a secde edin ve yalvarın.Zira o insan ahirette çetin ve kahredici bir azaba çarpılacaktır. Veyl olsun; İslam'a; Kuran-ı Kerim'e ve Resul'e (s.a.v.) savaş açıp da güçlendikçe güçlenen ve sapıp saptırana.
***
Mahşerden bir kare
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dört kişi vardır ki bunlar, dört sınıf insana şahit getirilirler: Zengin ve varlıklı kimseler çağırılır ve onlara; Sizleri Allah'a ibadetten alıkoyan şey neydi, diye sorulur. Onlar 'Allah bize mal-mülk verdi. Bunlarla uğraşmamız bizi dünyada Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoydu' derler.
Bunun üzerine onlara; 'Mal bakımından siz mi daha öndeydiniz yoksa Süleyman (a.s.) mı?' diye sorulur.
Onlar 'Tabii ki Süleyman (a.s.)' derler.
Bunun üzerine onlara 'Zengin olması Süleyman'ı Allah'ı zikretmekten ve O'nun hakkını yerine getirmekten alıkoymadı' denilir.
Sonra zorluk ve musibetlerle imtihan edilen kimseler çağırılır ve 'Hangi şey sizi Allah'a ibadet etmekten alıkoydu?' diye sorulur. Onlar da 'Allah bizleri çeşitli bela ve musibetlerle imtihan etti ve bu da bizi Allah'ı zikretmekten ve O'na ibadet etmekten alıkoydu' derler.
Onlara 'Sizler mi daha şiddetli belalarla karşılaştınız yoksa Eyyub (a.s.) mu? Diye sorulunca 'Tabii ki Eyyub (a.s.)' derler. Bunun üzerine onlara 'Bu durum onu, bizi zikretmekten alıkoymadı' denilir.
Sonra gençlere ve hürriyetten mahrum kimselere seslenilir.
Gençlere 'Sizleri Allah'a ibadet etmekten alıkoyan neydi?' diye sorulunca, onlar; 'Bizler dünyada güzel ve yakışıklı kimseler idik ve bununla imtihan edildik. Bundan dolayı Allah'ın hakkını yerine getiremedik' derler. Hürriyetten mahrum olanlar derler ki; 'Dünyada köle olmamız bizi Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoydu.' Bunlara Hz. Yusuf örnek verilir ve 'Sizler mi daha yakışıklı ve güzeldiniz yoksa Yusuf (a.s.) mu? O, köleliğin boyunduruğu altında olduğu halde Allah'ın hakkını yerine getirmekten geri durmadı denilir.
Daha sonra fakirlere seslenilir.
Fakirler değişik gruplar halinde gelirler.
Onlara 'Sizleri Allah'a ibadet etmekten alıkoyan neydi?' diye sorulunca, onlar; 'Bizleri fakirlik meşgul etti' derler.
Onlara 'Sizler mi daha fakirdiniz yoksa İsa (a.s.) mı' diye sorulur. 'Tabii ki İsa (a.s.)' diye karşılık verdiklerinde ise onlara; 'İsa'nın böyle olması onu, bizim hakkımızı yerine getirmekten alıkoymadı' denilir.
Kim bu dört şeyden biriyle imtihana tabi tutulursa kendi arkadaşını hatırlasın. Yani Peygamberleri hatırlasın ve onların yaptığı gibi yapsın.
(Beyhaki; Şuabul İman, 7/202
***
"O senden değil"
Hz. Nuh'un (a.s.) kavmi tufan ile yok edildi. Tufan öncesi Yüce Rabbimiz Hz. Nuh'a; "sana inanan aileni koruyacağım" müjdesini vermiştir. Tufan gelince, Hz.
Nuh kendisine inananları gemiye bindirdi. Ancak oğullarından birisi gemiye binmedi.
Hz. Nuh (a.s.) sular yükseldikçe oğluna haykırdı. Oğulcağızım! bizimle beraber gemiye bin! Oğlu ise ben dağa çıkar ve dağa sığınırım.
Tufandan kurtulurum dedi. Hz.
Nuh'un oğlu gemiye binmedi. Ve bir dalga Hz. Nuh ile oğlunu birbirinden kopardı. Hz. Nuh'un oğlu boğulup helak oldu.
Hz. Nuh oğlunun boğulması karşısında her baba gibi üzüntülü halde; Ya Rabbi ailemi koruyacağına söz vermiştin. Neden oğlumu bağışlamadın dedi.
Yüce Rabbin cevabı çok açıktı: "Ey Nuh! Bu senin oğlun değil.
Zira onun sana isyan etmesi, onu senin oğlun olmaktan çıkarmıştır." (Hud Suresi, 45-47) mealinde cevap verdi. Hz. Nuh bu cevap üzerine özrünü beyan edip şöyle demişti: "Hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.
Eğer beni affetmezsen, bana merhamet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum." (Hud Suresi, 47) Yüce Allah: Hz. Nuh'un öz oğlunu onun evladından saymıyor.
Halbuki tufanda boğulan oğlu ondandı. Öz çocuğuydu ama Yüce Allah, o senden değil diyor.
Çünkü o vahye inanmadı. O halde neseb, aşiret, ırk kardeşliği değil, 'iman' kardeşliği sizin için geçerlidir demiş oluyor.
Öyleyse; ırk, neseb, aşiret gibi sun'i ve ırka dayalı bir davanın peşinde koşanı Yüce Rabb itibarsız görüyor. Ama Yüce Rabbe ve Peygamberine bağlılıkta bir olanı ise, itibar sahibi kabul ediyor. Irk ve aşiret davasını güdeni ise cahili dönemin tortusu kabul ediyor. Allah'ın yolunda bir olanları ise nesepleri farklı da olsa mümin kabul ediyor. Hud suresinin mesajı budur.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Büyük Rus yazar Tolstoy’un İslam ve Peygamber hayranlığı (22.11.2024)
- Dindarlık zayıflıyor mu? (15.11.2024)
- Büyük yazar Victor Hugo’dan Hz. Muhammed şiiri (08.11.2024)
- Vefasız insanlar olduk (01.11.2024)
- Mısır’dan izlenimler (25.10.2024)
- Kendimizi sorgulayalım (18.10.2024)
- Hayırlı evlat yetiştirelim (11.10.2024)
- İslam’a sistematik saldırı yapılıyor (04.10.2024)
- Süte su katınca bozulduk (27.09.2024)
- Ahir zamanda neler olacak?.. (20.09.2024)