NİHAT HATİPOĞLU

Sevgisiz bir toplum olduk

Bir iki yıldır bir garip olduk. Yüzlerimizden samimiyet ve gülümseme kayboldu. İbadetlerimizde, namazımızda artık ayak ucumuza değil, sağımıza solumuza bakar olduk. Çünkü darbenin, zararın dışarıdan değil en yakınımızdan geleceğini bekler hale geldik.
'Namazda ayak ucuna bakmak' sözünü sahabe-i kiram; Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonra gelişen fitne dönemini yorumlarken kullanmıştı. Böyle bir savrulma yaşıyoruz.
Dini istismar ediyoruz, dinsizliği istismar ediyoruz, ateizmi, deizmi, budizmi, satanizmi, realizmi, septisizmi, varlığı, öncesini, sonrasını istismar ediyoruz. Yani sahici ve düzgün olan hiçbir tarafımız kalmadı gibi.
Doğruyu istismar ediyoruz. Futbolu, siyaseti, şarkıları, türküleri, kitabı ve hatta kalemi istismar ediyoruz.
Biraz sakin olalım. Biraz durulalım. Biraz dinleyelim. Biraz düşünelim. Biraz karşıdakinin yerine kendimizi koyalım. Karşımızdaki de 9 ay 10 gün kaldı anne yüreğinde. Onun da annesi var, onun da babası, çocuğu, sevdiği, sevildiği var. O da insan.
Onun da iki kulağı, tek burnu var. Senin gibi. O da acıkıyor. O da ağlıyor. Veya seviniyor. "Benim derdim ne" diye sor kendine. Evreni insansız mı istiyorsun ?Bu kadar mı bencilsin? Tatminsiz, acımasız. Yaratıcının seni iyi karşılayacağını nereden biliyorsun? Belki senden hiç razı değil. Veya Allah'a inanmıyorsan, vicdanını hakem yap. Rahat mısın? Vicdanın yok diyelim; aklını hakem yap. Sana saldırana da, çamurcuya da, iftira atana da ve kalbi mühürlenmişe de cevap verme. Hak etse de cevap verme. Merak etme yazanlar yazıyor. Merak etme kitap çıkacak. Merak etme hesap soran soracak.
Birbirimize 'selam' verelim. Belki hak etmeyene bile. Selametle diyelim. Birbirimize 'el uzatalım'. İşitmek istemediğimiz sözü karşımızdakine söylemeyelim. Bugünler geçecek.
Takvimler akacak. Ve günün birinde minarede selanız okunacak. Yıkanacak, kefenlenecek ve musalla taşına geleceksiniz. Orada ne babanız, ne anneniz, ne oğlunuz, ne komşunuz, ne hocanız, ne üstadınız, ne mürşidiniz hiç kimse size fayda sağlamayacak. "İlla men etellahe bi kalbin selim"; "Yüce Allah'a salim bir kalple gelenler hariç" bunun dışındakilerin hepsi kaybedecek. İşte bu iş bu kadar açık ve net.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) UYARIYOR
Peygamberimiz (s.a.v.) ileride sünneti (sahih hadisleri) inkâr edecek yoldan çıkmış grupların çıkacağına dair bizi uyarmıştır. Hatta bu grup ve akımların; kabir azabını, kabir sualini, şefaati ve kaderi inkâr edeceklerini haber verecek kadar somutlaştırmıştır. Aynen dediği gibi de oldu. Bugün televizyonları izlediğimizde, bazı ilahiyatçıların yazılarını okuduğunuzda bütün bu akımları görürsünüz.
Bir yanda sünneti inkâr edenler, bir yanda "kabir azabı yoktur" diyenler, bir yanda şefaat olmayacak diye köpürenler, bir yanda Hz. Peygamber'in (s.a.v.) övülmesini şirk sayacak kadar yoldan çıkanlar. Yani Hz.Resul'ün (s.a.v.) buyurduğu bütün akımlar ortaya çıkmıştır. O, bir seferinde şöyle buyurdu: İleride sizin için en çok korktuğum şey; dili iyi laf eden münafıklardır. Dalalete- sapkınlığa çağıran davet önderleridir. Onlar hem dalalettedirler ve hem de dalalete çağıracaklardır.
Aslında meşhur 'erike=koltuk' hadisinde olayı zihin dünyamıza taşıyor: 'İleride süslü koltuğuna yaslanmış birileri olacak. Siz ona benim hadislerimi okuduğunuzda diyecekler ki: Bırak bunu. Bırak hadisleri. Bana Kuran'dan delil getir. Dikkat ediniz: Kuran-ı Kerim'de bulunan bütün hükümler haktır. Ve Resulullah'ın (s.a.v.) haram kıldığı şeyler Allah'ın haram kıldığı şeyler gibidir.
Başka rivayetler de var: Hz. Peygamber (s.a.v.) bu tür insanların (yani sahih sünnetin tümünü inkâr edenlerin) okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacağını haber veriyor.
Hatta çok ilginçtir. Onların hastalarına gitmeyin, cenazelerine katılmayın diyecek kadar sarsıcı konuşuyor. Ve onların iman ve küfür çizgisinde olduklarını açık açık söylüyorlar. Allah bizi ve neslimizi bunların şerrinden korusun.
Manzara açık. Bu dinin Aziz Peygamberi (s.a.v.) açık konuşmuş. Mucize olarak ilan etmiş. Uyarmış. Dikkatimizi çekmiş. Sıradan bir insan olmadığını, Kuran-ı Kerim'in nasıl ve niye indiğini ve ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini siz bana mı öğreteceksiniz buyurmuştur. Bundan daha net ne diyebilir ki. Sünneti inkâr edenler; Hz. Peygamber'in (s.a.v.) peygamberliğine iman etmiyorlar. En azından Kuran'ın bildirdiği gibi iman etmiyor.
Size düşen; Hz. Peygamber'in (s.a.v.) anlatılmasından, övülmesinden, örnek gösterilmesinden, mucizelerinden, sünnetin dinin en önemli ikinci kaynağı olduğu gerçeğinden rahatsız olan bu saptırıcı, ışıktan ve nurdan ve de ruhaniyetten nasibini almamış kişilere karşı çevrenizi uyarmanızdır.
YETİŞ EY ALLAH'IN PEYGAMBERİ (S.A.V.) (ÇANAKKALE'DEKİ ŞEHİT GENÇLER)
Nice gençler, bıyığı terlememiş civanlar orada uzanmış. Yaşları genç. Ümitleri genç. Henüz dünyayı tanımamışlar. Anneye, babaya doyamamışlar. Ve Çanakkale bayırlarında şehadete uzanmışlar.
Belli ki Uhud şehidi Hz. Hamza, belli ki mihrab şehidi Hz. Ömer, belli ki mescid şehidi Hz. Ali, belli ki Kuran şehidi Hz. Osman onlara mihmandar olmuş.
Çanakkale'den çekilince 'kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela!' guruhları, okullar boş kalmış.
Çünkü okul sıralarında olması gerekenler 'el eman el medet' diyerek siper olmaya gitmişler. Bariyer olmuşlar.
Çelik tabyalar gibi dizilmişler. Ve toprağa uzanmışlar.
Belki bütün Çanakkale'yi özetleyen şu mücessem manzara ne kadar sarsıcıdır:
Askerler yerde. Kolu, bacağı, başı kopmuşlar var.
Komutan hâlâ ayakta. Elinde mushaf (Kuran-ı Kerim). Sağına soluna düşen top mermileri altında Yücelere sesleniyor. Ufka haykırıyor; "Yetiş ey Allah'ın Peygamberi (s.a.v.)! Kitabın elden gidiyor."
Çanakkale'de yitirilmiş her cana sonsuz selam. Ve özellikle de şehit gençlere binlerce selam olsun.
BİR BÜYÜK ŞAH; ŞAH-I NAKŞİBEND
O'nu uzun anlatmak ve yazmak lazım. İleride inşallah yazarım. Ama bugün sadece bir hatırasını kaydedeyim.
Riyazat, terbiye döneminde O'na; Buhara'nın çöplerini, hayvanlarını teslim etmişler. Çöpleri temizliyor, yaralı hayvanları ilaçlıyor. İyileştiriyor. O, o dönemi şöyle anlatıyor: Geceleri müridlerin tuvaletini temizlerdim. Yedi sene boyunca nefis terbiyesi için hayvanlara baktım.
Dertlerini, sıkıntılarını giderdim. Önümden bir köpek geçseydi, önümden bir köpek yürüseydi önüne geçmekten utanır, haya ederdim. Köpeğin yol hakkını almazdım. Onun geçmesine müsaade eder, arkasından yürürdüm.
Sadece dergâhta oturularak, camide bağdaş kurularak Şah-ı Nakşibend olunmuyor.
İKİ NÜKTE
Kuran-ı Kerim'de namaz ve zekât beraber anılır. Namazı kılanlar; zekât verenler şeklinde geçer ayette. Sebep şudur: Namaz nefsi ıslah eder. Zekât ise malı ıslah eder. Bu nedenle de kulun ıslahı için ikisi birbiri ardınca emredilir.
Hz. Ali der ki: Aradan perde kalksa ve Yüce Allah'ı gözlerimle görsem imanımda değişiklik olmaz. Çünkü ben, Allah'ın sözüne inandım. Gözlerim; Allah'ın sözlerinden daha sadık değildir. İşte Hz. Ali imanı bu kadar sağlam ve bu kadar sadıktı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.