İslam, şiddeti ve kutsala hakareti kabul etmez
Elbette İslam'ın kutsallarına ve Muazzez Peygamberimiz'e (s.a.v.) yapılan çirkin yakıştırmalar canımızı yakıyor. İncitiyor. Muhataplarımız, belki de bizim için ne kadar anlamlı olduklarını anlayamıyorlar. Veya özellikle anlamak istemiyorlar. Bir kısmının da özellikle kaşımadan haz aldığı da ortada. İnsanca olan bir eleştiri ile hareket arasındaki ince çizgi onlar için bir özgürlük meselesidir. Batılı siyasetçilere, medya mensuplarına toplumların dine bakışlarının ve kutsallara yaklaşımlarının farklı olabileceği anlatılmalı. Hz. İsa, Hz. Meryem veya Hz. Musa'ya yapılacak bir hakaretin de bizi inciteceği anlatılmalı. Anlamak isterlerse.
Almanya'nın karikatürlerin yayınlanmaması konusundaki uyarısı son derece önemli. Aklın yolu bir. Doğru bir karar. Ancak bazı medya unsurlarının inatla saygısızlığa devam ettiğini ibretle izliyoruz.
Bizi incitse de dengesizlikler şiddeti çağrıştırmamalıdır. Şiddete davet etmemelidir. Çünkü şiddet, dünyayı 'medeniyetler çatışması' alanı olarak ilan eden müneccimlerin kapkara falını doğrulamak anlamı taşır.
Şiddet dini hassasiyet gösterseydi, namlular Müslüman'a da döner miydi? Son Paris saldırısında öldürülen Müslüman polis bunun ispatı mahiyetindedir veya diğer bir bakışla Ortadoğu'da yüzbinlerce din kardeşi birbirini öldürmezdi.
Barış ve saldırmazlık esastır
Devletler arası ilişkilerde ve ferdi anlamda, "Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin" (Nahl, 91). Anlaşmalara sadakat esastır. Hz.
Peygamber (s.a.v.) Medine'deki Yahudi kabileler anlaşmayı bozmadıkça şartlara sadık kalmıştır.
İslam düşünürlerinin çoğu; "Ey Muhammed! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış (Nahl, 125) ayetini, İslam'ı anlatmada diğer milletlerin insanlarıyla ilişkide esas kabul ederler. Barış ortamını esas kabul ederken, savaş halini arızi-olağan olmayan ve zorunlu kılınan durumda başvurulan bir yol olarak değerlendirirler.
Peygamberimiz'in (s.a.v.) davet metodu
Hz. Peygamberimizin zamanının liderlerine gönderdiği mektuplar, nebevi metot hakkında bizlere ipucu vermektedir. Dikkat ederseniz, Hz. Peygamber zorlamıyor, dayatmıyor ve apaçık bir dille davet ediyor. Onları ahiret sorumluluğuyla ikaz ediyor.
(Necaşi'ye) gönderdiği mektup: "Ben Allah'ın Resulüyüm. Seni ve etrafında bulunan askerlerini Allah'a imana davet ediyorum. Nasihat ve sözlerim size ulaşınca kabul etmenizi tavsiye ederim."
Mısır'da Mukavkıs'a: "Seni tam bir İslam daveti ile çağırıyorum. İslam'a gir. Sonunda emniyet ve selamet içinde olursun. Bunun karşılığında Allah sana iki defa sevap verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan bütün Kıptilerin günahı senin üzerine toplanacaktır."
Bizans İmparatoru Herakliyas'a gönderilen mektup: "Seni bütün olarak İslam'a davet ediyorum. İslam'ı kabul et ki felah bulasın. Eğer kaçınırsan tabanın (haklının) günahı da senin üzerine yüklenecektir."
İran İmparatoru Kisra'ya gönderdiği mektup: "Şimdi İslam'a teslim ol ve felaha er. Ama eğer reddedersen o zaman mecusilerin günahları da senin üzerine olacaktır. (Mektupların önemli bölümü özetle alınmıştır.)
Genel anlamlarıyla davet mektuplarındaki üslup, İslam'ı tebliğdir. Saldırmak veya tehdit veya yabancı ülkeleri işgal etmek değildir.
Kuran şiddeti onaylamaz
Kuran-ı Kerim'in ne dediği ortada. Hiçbir ayet durup dururken kavgayı emretmez. Kaosa müsaade etmez. Teröre onay vermez. Hacc suresi 41-42, Enfal suresi 61, Şura suresi 41, Mümtehine suresi 8; bu konuda bizlere önemli ders mahiyetindedir. Kuran-ı Kerim saldırmazlığı esas alır. Ama aynı Kuran, saygıyı emreder. İslam'ın kutsallarına saldırmamayı, edepli olmayı, iman etmesen bile iman edene anlayışla ve saygıyla muamele yapmayı hatırlatır. Ve neticede senin dinin sana, benimki bana der. Bu apaçık ortada.
Kişiler eylemlerine ne ismi verirlerse versinler, hangi sıfatı eklerseler eklesinler bunu 'İslamcı terör, din terörü' gibi isimlendirmek ancak saptırmadır ve psikolojik yıpratma merkezlerinin amaçlarına hizmet etmektir. Bu tartışma Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında karşılıklı söz düellosuna dönüşürse kime faydası olur? Hiç kimseye. Müslümanlar, Hıristiyan âlemini hiçbir zaman din üzerinden tarihen sorgulama hafifliğini göstermedi. Sözün özü; kutsala hakaret de, şiddet de kabul edilemez.
Kutsala yapılan hakaret fikir özgürlüğü içinde düşünülemeyeceği gibi, yanlışa tepki olarak şiddet göstermek de kabul edilemez. İnsanlar aynı şeylere inanmasalar da saygı, akıl, vicdan ve karşılıklı anlayış ilişkilere hâkim olmalıdır. Hz. Peygamber veya Kuran-ı Kerim'e saygısızlık, hakaret veya benzeri bir tavır ahlaki bütün kriterleri çiğnemektir. Ve aynı anlamda bütün peygamberlere saygısızlıktır.
Hepimizin bazı konularda oturup düşünmesi gerekir.
Paris'teki dayanışma; Filistin'de, Irak'ta, Suriye'de, Afganistan'da hayatını kaybeden sayıları milyonlara ulaşan günahsızlar için niye düşünülmedi. Onlar insan değil miydi? Parçalananlar çocuk değil miydi? Yıkılan evler, roketlerle vurulan yuvalar yuva değil miydi? Avrupalılar bu konuda neden duyarlı olmadılar? Şimdi olmayı düşünme zamanı gelmedi mi? Benzeri dayanışma Ortadoğu için düşünülse aradaki buz dağları erimez mi?
Birkaç sene öncesine kadar bugün adı duyulan bu şiddet örgütlerinin hiçbiri duyulmuyordu. Nereden ve nasıl çıktı bütün bu örgütler? Arap baharının(!) ardından neden bu kaos bütün İslam ülkelerini sarmaladı. Şu anda bütün İslam ülkelerinde birbirleriyle kanlı olan milyonlarca halk var. Maalesef. Kim bunu kurguladı? Kimin ekmeğine yağ sürüyor bu hal. Bizim İslam'dan anlamadığımızı bunlar mı anlıyorlar. Neler oluyor?
Şiddet en çok Müslümanları vurur. Şiddet en çok Müslümanları mağdur eder. Yanlışlara karşı tebliğ, anlayış, medya yoluyla cevap, demokratik tepki ve akılla cevap kalıcı ve mesafe aldırıcı doğru metottur. Oyunlar ancak böyle bozulur.
Müslümanlar şiddeti kendilerine kabul etmedikleri gibi başkasına da onaylamazlar. Eğer zıddı olsaydı, 2 milyara ulaşan Müslüman'ın şiddet unsuru olması gerekirdi. Dini kılıflı şiddet veya terör siyasi amaçlıdır ve hakikaten bizim için kara delikler gibi belir
BİR ÖNERİ:
Son olarak İslam düşünürlerinin, bütün bu olaylardan bağımsız olarak, yıllarca önceden gençlerin yönlenişini düşünerek bazı konuları masaya yatırmaları gerekirdi bence.
Haricilik anlayışı, ilk dönemlerden beri İslam âleminde problem olmuştur. Kendilerine ait, iman ve şirk kavramıyla farklı bir yapı arz etmiştir. Ehlisünnet gibi toleranslı değildir. Ehlisünnet mezhepleri kendi arasında geçişe müsaittir. Hariciliğin hem tarihte ve hem de bugünkü yansıması ise bu hususta daha kazuistik, daha dayatmacıdır.
'Anadolu Müslümanlığı' nezih, temiz, duru, katıksız, sevgiye açık, özgüveni tam, tasavvufi anlayışa yatkın, toleranslı, başkasına anlayışlı bakan bir hayat tarzını temsil ediyor. Esasen de Hz. Peygamber'e ve Kuran'a büyük saygıyı geleneksel olarak nesilden nesle aktarıyor. Fıkıh konseylerinin ve İslam şûralarının biraz da bu konulara eğilme zamanı gelmiştir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Büyük Rus yazar Tolstoy’un İslam ve Peygamber hayranlığı (22.11.2024)
- Dindarlık zayıflıyor mu? (15.11.2024)
- Büyük yazar Victor Hugo’dan Hz. Muhammed şiiri (08.11.2024)
- Vefasız insanlar olduk (01.11.2024)
- Mısır’dan izlenimler (25.10.2024)
- Kendimizi sorgulayalım (18.10.2024)
- Hayırlı evlat yetiştirelim (11.10.2024)
- İslam’a sistematik saldırı yapılıyor (04.10.2024)
- Süte su katınca bozulduk (27.09.2024)
- Ahir zamanda neler olacak?.. (20.09.2024)