İki yıllık küresel kapanmanın ardından ABD ve İngiltere gibi ekonomi devleri enflasyonla boğuşuyor... Yönetimler faiz artırma baskısına maruz kalıyor... Üstelik bunlar daha küresel ekonomik krizin sinyalleri!
Ne var ki bu sonucu şaşkınlıkla karşılayanları ben de hayretle izliyorum.
Zira pandeminin ilk günlerinden beri bol keseden alınan izolasyon tedbirlerinin "insani maliyetinin" korkunç olacağı uyarısını yapıyorum.
Tablo ortada işte...
Kapanma tedbirlerini en sıkı uygulayan ülkelerin başında gelen Türkiye de bu süreçten payını fazlasıyla aldı. Halen fiili olarak devam eden yasaklar, engellemeler, yıldırmalar da piyasa aktörleri arasındaki doğal dengeyi bozmaya devam ediyor.
Ancak Türkiye parçası olduğu dünya ekonomisindeki kötü gidişata farklı bir formülle direniyor... Krizi fırsata çevirip büyümeyi hedeflediğini açıklıyor... "Bunun sonu yok, akıntıya kapılıp faizi artırırsak, gecelik faizlerin yüzde 7500'lere vardığı günlere geri döneriz" diyor.
Elbette, iktidarın bu kördüğümden çıkmak için faizi enflasyonun da altında tutarak uyguladığı ekonomik modelin bir maliyeti var. Ve yükü de en çok hisseden dar gelirli vatandaş.
Bu nedenle, Merkez Bankası'nın dün 100 puanlık faiz indiriminin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın asgari ücrete yüzde 50 zam yaptıklarını açıklaması alkışı hak ediyor.
Dolardaki artışın etiketlere misli misli yansıtıldığı ve enflasyonun tırmandığı bir dönemde sendikaların bile tahminlerini aşan bu zam, dar gelirliye ilaç gibi gelecek...
İşverene yönelik prim indirimi vb. destekler de bu zammın uygulanmasını kolaylaştıracak...
Halka moral verecek...
Hepsinden geçtim...
Emekçinin asgari ücretine yüzde 50 zam yapılınca "yetmez ama evet" dahi diyemeyen sorsan "halkçı" spekülatörlerin, "solcu" maskeli faiz bağımlılarının "acımadı ki" dercesine çırpınışlarını izlemek de bir harikaydı!
***
TALEBİMİ GERİ ALIYORUM, MÜMKÜNSE AĞIZLARINI AÇMASINLAR!
Geçenlerde basına "hükümete yakın ekonomi kaynakları" diye demeçler veren "ürkekleri" eleştirip "Yüzlerini gören cennetlik. Niçin çıkıp konuşmuyorlar, hükümetin ekonomi perspektifini halka anlatmıyorlar?" diye sormuştum.
Son günlerde bu kadroların ve "yakın kaynakların" medyada yer alan acemice, halkı paniğe sürükleyen açıklamalarından sonra talebimi geri çektiğimi beyan ediyorum.
Mümkünse eski suskunluklarına geri dönsünler, bu işi de Cumhurbaşkanı'na bıraksınlar.
***
SAĞLIK BAKANLIĞI YERLİ KOVİD KİTİNE NİÇİN BU KADAR 'MESAFELİ?'
PCR testi uygulaması hayatımızın bir parçası oldu. Daha doğrusu "eziyeti."
Öyle ki, Anayasa'ya aykırı olarak iki günde bir çalışanlarından PCR testi isteyen işletmeler var. İlkokul çağındaki küçük çocukların burnuna bile bu çubuklardan sokuluyor. Nereye kadar mı? Ne kadar ittireceği artık testi yapanın insafına kalmış!
İşim gereği ben de bu testlerden defalarca yaptırmak zorunda kaldım. Ve her seferinde burnumun direği günlerce sızladı... Test çubuğu nedeniyle tahriş olan burnum enfeksiyona açık hale geldiği için durduk yere ilaç kullanmak zorunda kaldım.
Oysa tükürükle test yapan antijen kitler de var.
Korona basını üstünde durmadı ama geçenlerde Cumhurbaşkanı'nın eşi Emine Erdoğan da bu kitlerden bahsetti:
"Hem milli hem yerli hem de irite etmeden, sadece tükürük testiyle ve 15 dakikada sonucu elde edilen Kovid testi için Sağlık Bakanlığı'na başvuruda bulunuldu. Hem çocuklarımıza hem öğretmenlerimize kolaylık olacak. Bütün kurumlarımızda uygulanabilirse çok mutlu oluruz."
Ekonomik olarak zor günlerden geçtiğimiz bu dönemde herkes elini taşın altına koyuyor. Cari açık düşürme politikası için tasarruf ve yerli malı teşvik ediliyor.
Peki Sağlık Bakanlığı yerli kit onayı için neyi bekliyor?
Türkiye'nin, güvenilirliği ciddi şekilde sorgulanan PCR testlerinin üreticilerine ne gibi bir mecburiyeti olabilir ki?